Ressam : Henri Rousseau (1844-1910)
Resmin Adı : Tiger in a Tropical Storm – Surprised! (1891)
Nerede : National Gallery, Londra, İngiltere
Boyutu : 129,8 cm x 161,9 cm
Fransız post-impressionist ressam Henri Rousseau, hiç resim eğitimi almamış ve resim yapmayı kendi kendine öğrenmiş bir ressam olduğundan Naif Sanat’ın (Naïve Art) öncülerinden kabul edilir. 40 yaşından sonra resim yapmaya başlayan Rousseau’nun bu muazzam yeteneği, sadece sanat sevenlere değil, sıkıcı bir işi olan ve henüz kendini keşfetmemiş pek çok insanın hayal kurmasına ilham veriyor olmalı.
Naif sanat, eğitim almamış, resim yapmayı kendi kendine öğrenmiş ressamların sanatını ifade etmekte iken, zaman içinde bir stili ifade etmek için kullanılmaya başlandı. Henri Rousseau ve Frida Kahlo resimlerinde gördüğümüz gibi, bazen perspektif hataları ile dolu, çocuksu, ilkel ve basit çizgiler içeren resimlerin büyüleyici bir tarafı var, bunu inkar edemeyiz. O kadar büyüleyiciler ki artık akademik eğitimi olan ressamlar da, bilinçli olarak Naif Sanat’ı bir stil gibi benimseyip, böyle çarpıcı resimler yapmaya çalışıyorlar.
Henri Rousseau, Fransa’nın kuzeyindeki Laval kasabasında doğdu. Lisedeyken çizim konusunda bir yeteneği olduğunun sinyalini vermişti ama ailesinin maddi durumları sebebiyle sanatla ilgilenme lüksü olmadı. 1863’te, 19 yaşındayken bir hukuk bürosunda avukat olarak çalışmaya başladı. Bu hukuk bürosundan nakit ve pul çaldığı ortaya çıktı, yakalanınca 1 ay kadar hapis aldı. Hapse girmemek için askere yazıldı ama askere gidene kadar 1 ay hapis yatmaktan kurtulamadı. Sonrasında 1868’e kadar 4 yıl askerdeydi.
Babası vefat etmişti, askerliği bitince Paris’e taşındı. Paris’te devlet memuru olarak çalışıp, kazandığıyla annesine bakacaktı. Paris’te icra memuru olarak çalışmaya başladı. 1868’te 19 yaşındaki terzi Clemence ile evlendi, bir bebekleri oldu. Fransa – Prusya Savaşı’nda Paris’te yaşananlar onların da hayatını alt üst etti, ilk çocukları savaş zamanı yaşayan yokluk günlerinde vefat etti. (Clemence 1888’deki vefatına kadar, 7 defa doğum yaptı ama sadece 2 çocukları hayatta kaldı; Julia ve Henri. Henri de 18 yaşındayken tüberkülozdan vefat etti, bir tek Julia uzun yaşadı. Çocuklarını kaybetmeleri her ikisinde de ağır acılara sebep oldu.)
Prusya Savaşı bitince, Paris gümrük servisinde çalışmaya başladı. Bu işinden dolayı “gümrük memuru” anlamına gelen Le Douanier onun herkesçe bilinen lakabı olmuştu; sonraki hayatı boyunca dostları tarafından Le Douanier Rousseau ismi ile anıldı. Sıkıcı bir memurun bedenine sıkışmış gibiydi. İçindeki yaratıcı gücü o da hissediyordu, sadece resime değil, müziğe ve yazarlığa da ilgisi vardı ama para kazanmak için çalışmak zorundaydı. Paris’te olmanın avantajları vardı elbette. Louvre’u gezdi, sevdiği resimleri kopyalamaya başladı. Bilinen en eski resmi 1875’ten kalma ama Rousseau’nun 1872’lerden itibaren boş vakitlerinde resim yapmaya başladığı düşünülüyor. Sadece bir kişi bile resmini satın alsa işi bırakacak cesareti bulabilirdi ama olmadı.
1886’da, 42 yaşındayken yaptığı resimlerini büyük bir özgüvenle Salon’a gönderdi. Akademik ressamları bile beğenmeyen Salon, Rousseau’nun naif sanatını anlamamıştı, tabi ki reddedildi. O da 4 resmi ile Bağımsızlar Salonu’na katıldı. Seurat’yı anlatırken kurucusu olduğu Bağımsız Sanatçılar Topluluğu’ndan bahsetmiştim. Bu topluluğun sergisi olan Bağımsızlar Salonu’nun özelliği küçük katkı payını ödeyen herkesin resimlerine yer vermeleriydi, Salon’un katı kurallarına bir tepkiydi. Herhangi bir jüri onayı gerekmeden, isteyen özgürce resmini sergiliyordu, resimler ziyaretçilerin beğenisine sunuluyordu. 1886’da 4 resim, 1887’de 3 resim, 1888’de 5 resim 5 çizim ile Bağımsızlar Salonu’na katıldı. Rousseau’nun tuhaf perspektifli manzaraları hiç ilgi görmemişti. Çoğunlukla resimleri çocuksu bulundu, “10 yaşında bir çocuğun resimleri” denildi, dalga geçildi. 1888’de, 20 yıldır hayatı paylaştığı ve çok sevdiği eşi Clemence tüberkülozdan vefat edince tamamen çöktü.
1889, Paris’te yaşayanlar için ilginç bir yıldı, özellikle sanatçılar için. Dünya Fuar’ı Paris’te düzenleniyordu. Expo’nun giriş kapısı olarak inşa edilen Eyfel Kulesi tamamlanmış, 32 milyon ziyaretçiyle adeta dünyanın kalbi Paris’te atmıştı. Henri Rousseau’nun vahşi ormanı andıran resimlerinin ilhamı da muhtemelen bu fuarda gördüğü egzotik sergilerde filizlenmeye başladı.
Rendevouz in the Forest, 1889 Myself Portrait – Landscape, 1890
1889’de yaptığı Rendezvous in the Forest resmi vahşi orman temalı resimlerine bir giriş niteliğinde. At üzerindeki aşıkların ormanda buluşması, hem romantik hem de izleyene gözetliyor hissi yaşatan çok ilginç bir resim. Belki de Clemence’ olan aşkını tasvir etmişti. Rousseau’nun pek çok resmi zamanında değer görmediğinden, satın alınmadığından, üstüne de savaş yılları gelince kaybolup gitmiş. Bu resmi neyse ki yaptığı yıl fırıncısına hediye etmiş. Kim bilir, belki borçlarına karşılık vermişti. Resim 1931’de W. Averell Harriman Foundation’a satılmış, onlar da Washington’daki National Gallery of Art’a bağışlamışlar. Kaybolan resimleri arasında ne müthiş eserler vardı, keşke hepsini görebilseydik. Yine 1890’da yaptığı sıradışı manzaralı tam boy portre Myself: Portrait – Landscape fazlasıyla şaşırtıcı bir resmi. Kasıtlı olarak bayrakların arkasına sakladığı Eyfel Kulesi, kaldırımın üstündeki minyatür insanlarla izleyiciye yaşattığı perspektif şoku… Bu iki resim bir dahinin doğuşunun habercisiydi bence. Ve tüm bu resimleri yaparken, o hala gümrük memuru olarak çalışmaya devam ediyordu.

Ve sürpriz! Rousseau 1891’de ilk şaheserini yaptı, tabi kendisi dahil bundan kimsenin haberi yoktu. Tiger in a Tropical Storm isimli bu resme, resmin sahibi Londra’daki National Gallery “Surprised!” demeyi sever. Bu resim benim çıplak gözle gördüğüm ilk Henri Rousseau resmiydi. Şok geçirmiş gibi karşısında çakılıp kalmıştım. Kelimenin tam anlamıyla büyülendim. Uzakta düşen yıldırım ve aynı anda kaplanın pörtleyen gözleri… Lascaux mağara resimlerini andıran bir ilkellik, kaplanın tüm dişlerinin aynı boyda olmasının verdiği o çocuksuluk… Ya kaplanın ayağının yaprağa basmasına ama yaprağın sanki bir betonmuş gibi dimdik durmasına ne demeli? Tamam bir şey demeyelim, Rousseau’nun kalbini kırmaya değer mi hiç? Asıl şairane olan fırtınada eğilen uzun yapraklı bitkilerle, yağmurun iziyle ve kaplanın çizgileriyle yarattığı ahenge odaklanalım biz. Rousseau’nun resmi bitirdikten sonra tüm kompozisyonun üstüne gümüş-gri bir transparan boya ile yağmur izleri yaptığını görüyoruz. İşte bu mükemmel işçilik, bu müthiş bir ahengi sağlamış. Bu fikri Utagawa Hiroshige’nin 1857’de yaptığı Sudden Shower over Shin-Ōhashi Bridge and Atake çiziminden aldığı düşünülüyor. Bu çizim o zamanlar Paris’te çok popülermiş. Resimde kaplanın av mı, yoksa avcı mı olduğunu söylemek zor. Rousseau’nun resimde sonradan bir değişiklik yaptığı düşünülüyor. Sağ öndeki koyu yeşil yapraklı bitkiyle orada önceden çizdiği avı kapatmış olabilir.
Utagawa Hiroshige, Sudden Shower over Shin-Ōhashi Bridge and Atake, 1857, Metropolitan Müzesi
Tiger in a Tropical Storm resmi sonradan onun imzası olacak olan vahşi orman resimlerinin ilkiydi. Rousseau askerlikteki 4 yılı sırasında Meksika’ya gönderilen keşif gücünde yer aldığını, resimlerindeki tropik, vahşi orman manzaraları ve hayvanları Meksika’da gördüklerinden esinlenerek yaptığını söyledi ama kayıtlarda Meksika’ya gittiğinin izine rastlanmadı. Hatta işin gerçeği Rousseau hayatı boyunca Fransa dışına hiç çıkmamıştı. Ne garip, hayal gücüyle bir eser üretmek çok daha değerliyken, Rousseau insanları gördüğünü çizdiğine ikna etmeye çalışmış, demek ki öyle söyleyince saygı göreceğini düşünmüş. Aslında Rousseau, Paris’teki botanik bahçelerinde çok vakit geçiriyordu, bu parklara giriş ücretsizdi. Bu bahçelerde içinde aslan, kaplan, jaguar gibi hayvanların bulunduğu hayvanat bahçesi de vardı. Dikkatli bakınca resimlerindeki bitkilerin aşina olduğumuz bitkilerin büyütülmüş, boyut olarak abartılmış hali olduğunu görebiliyoruz. 1889’daki Expo’da doldurulmuş egzotik hayvanların gerçekçi pozlarının sergilendiği galeriler vardı. Zaten yıl artık 1891 olduğu için kitaplar, detaylı çizimler de erişilebilirdi. Rousseau’nun kaplanı Meksika hariç her yerde görmüş olması mümkün. Zaten gerçekten Meksika’da bir cangıla düşmüş olsaydı olsa olsa jaguar görebilirdi.
1891’de yaptığı bu Tiger in a Tropical Storm – Surprised! resminden sonra hayatı biraz olsun değişmeliydi, dehası fark edilmeliydi ama mümkün olmadı. Her boş vaktinde resim yapmaya devam etti. 1893’te gümrük memuriyetinden emekli oldu. 49 yaşındayken tam zamanlı resim yapmaya başladı. Ancak eşe dosta portreler yaparak, esnafa borcuna karşılık resim yaparak geçinebiliyordu. Oğlu Henri 18 yaşındayken, annesi gibi tüberkülozdan vefat etti. Bir tek kızı Julia kalmıştı.
En az Tiger in a Tropical Storm – Surprised! resmi kadar çok sevdiğim, Moma’da sergilenen The Sleeping Gypsy resmini 1897’de yaptı. Clemence’in vefatından 10 yıl sonra, 1898’te Josephine ile evlendi.
İlk eşi, büyük aşkı Clemence hayatta değildi ama Rousseau’nun hayatını değiştirecek bir şeye vesile oldu. Pablo Picasso, bir eski eşya dükkanda kenara atılmış bir Rousseau resmi gördü, bu Clemence’in portresiydi. Picasso resmin fiyatını sorunca dükkan sahibi, muhtemelen resmi pek bir değersiz bulduğundan, üzerine yeniden resim yapabileceği kullanılmış bir canvas fiyatı biçti. Oysa ki Picasso’nun gözleri, Rousseau’nun naif çizgilerindeki özgünlüğü hemen fark etmişti. Picasso o zaman sadece 27 yaşındaydı. Tüm sanatçıların yeni akımlar, yeni manifestolar peşinden sürüklendiği bu yıllarda, Paris’te böylesine özgün, kendi üslubuna göre özgürce çizimler yapan bir sanatçının varlığı onu heyecanlandırmıştı. Picasso, Kasım 1908’de Henri Rousseau onuruna bir ziyafet düzenledi, onu sanat çevresinden dostlarına bir dahi olarak sundu. Bu gecede Rousseau, Clemence için bestelediği valsi kemanla çaldı. Kendi kendini yetiştirmiş, besteler yapan, enstrüman çalan, resimler yapan gümrükçü lakaplı ve memuriyetten gelen bu adam herkesi büyülemişti. Anlatılana göre, Picasso ona övgüler sunduğunda, o da kolunu Picasso’nun omuzuna atıp şöyle demiş “sen ve ben dönemin en önemli sanatçılarıyız; sen Mısır tarzında, ben modern tarzda”. Rousseau’nun ne demek istediği pek anlaşılmadı ama muhtemelen Picasso’nun Les Demoiselles d’Avignon’daki çizimleri ona hiyerogliflere çağrıştırdığı için bu benzetmeyi yapmıştı.
Sonrasında sanat çevresinden itibar görmeye başladı. 1910’da The Dream isimli resmini tamamladı. Bu geç edindiği şöhretin malesef tadını çıkartamadı, aynı yıl bacağındaki yaranın sebep oldu enfeksiyondan hastalanarak 64 yaşındayken vefat etti. Kilisenin bahçesinde mezar taşı olmadan gömüldü. 2 yıl sonra Picasso ve şair Apollinaire’nin de aralarında bulunduğu bir grup arkadaşı para toplayıp onu Cimetière Parisien de Bagneux isimli mezarlığa taşıdı ve güzel bir mezar taşı yaptırdılar. Mezar taşını Apollinaire’nin Rousseau için yazdığı şiir ile süslediler. 1947’de ise naaşı ve mezar taşı doğduğu kasaba Laval’daki Perrine Bahçesi’ne taşındı.
Günde 1 Resim, 45. gün, 10 Nisan 2011
Sevgiler, Oylum Yüksel
Carnival Evening, 1886 The Football Players, 1908
The Sleeping Gypsy, 1897 The Dream, 1910
The Hungry Lion Throws Itself on the Antelope, 1905 La Carriole du père Junier, 1908