Vincent Van Gogh (1853-1890) resimleri
Hayatı ve En Önemli Eserleri
Hollandalı post-impressionist ressam Vincent Van Gogh, 37 yıllık yaşamının sadece son 10 yılında ve toplamda 2000’e yakın resim yaptı. Resim yapmaya çok sevdiği kardeşi Theo’nun ısrarıyla başladı.
1882’de Lahey’de yaşadığı dönemde amcası ona şehrin 12 manzarasının resmedilmesi işini ayarladı. Bu iş sayesinde Vincent perspektif tekniğini geliştirdi. 1883-1885 yılları arasında köylüleri konu aldığı resimler yaptı. Londra’da The British Museum ve The National Gallery’yi ziyaret ettiğinde özellikle köylüleri resmeden François Millet ve Jules Breton’dan çok etkilenmişti. Nuenen’de yaşadığı dönemde, köylü ve manzara resimleri yaptı. Theo ona malzeme alması için para gönderiyordu. Vincent da resimlerini gönderip, bir nevi kaça satarsan sat, bana verdiğin para bu resimlerin karşılığı olsun demek istedi. Ama resimler o dönem Paris’deki popüler sanat anlayışı için fazlasıyla karanlıktı. Hiç ilgi görmedi.
Resim yaptığı ilk 6 yılda, tarzını bulmaya çalıştı, tekniğini geliştirdi. Ama bu yıllarda kendine iyi bakmadı, ruhsal çöküntüler yaşadı. 1886’da kardeşinin yanına Paris’e gitti. Theo’nun Paris’te Monet, Degas gibi ünlü izlenimci ressamların resimleriyle dolu bir galerisi vardı. Seurat’la tanışıp, noktalama tekniğini öğrendi, kendine adapte etti. Vincent artık renkleri keşfetmişti. Karanlık resimleri renklenmeye başladı.
1888’de çok sevdiği Güney Fransa’ya, Arles’e taşındı. Arles’deki evini güneyin resim stüdyosu yapma hayali vardı. Ama beslenmesi tütün ve absinth’ten ibaret olmuştu, ya absith’ten ya boya yemekten sarı renklere ayrı bir düşkünlüğü oldu. Düzgün düşünemez hale geldi.
En sevdiği ressam arkadaşı Gauguin’i, birlikte çalışmak için meşhur sarı evine davet etti. Gauguin ve Vincent Van Gogh’un 2 aylık macerası, sanat açısından çok verimli başlayıp, bir tartışmaları sonrasında Vincent Van Gogh’un kendi kulağını kesmesi rezaleti ile sonuçlandı. Bugün o kulağı Gauguin’in kesmiş olabileceği tartışmaları hala devam ediyor. Gauguin, Van Gogh’un delirdiğini düşündü, O’nu Theo’ya şikayet etti ve Arles’i o gün terketti. Gauguin olaydan sonra Paris’e döndü ama olayı atlatması için kıta değiştirmesi gerekti, Tahiti’ye taşındı. Sonuç olarak Gauguin, Vincent’ın Arles’deki evine çağırabildiği ilk ve son sanatçı oldu. Planlar suya düşmüştü.
1888’den sonra Van Gogh ‘un hayatı tedavi merkezlerinde geçti ancak verimli bir döneme girmişti ; en ünlü resimlerini son 2 yılında yaptı. Saint-Rémy’deki klinikte 1 yıl içinde 150’ye yakın resim yaptı.
Artık resimleri sergilerde yer alıyor, övgüler topluyordu. Gauguin de resimlerinden birini görüp büyülenmişti. 20 Mart 1890’da Vincent’a mektup yazmış, hem sanatı övmüş hem de bir nevi affettiğini dile getirmişti.
Vincent, Theo’ya yakın olmak için Paris’e yakın Auvers-sur-Oise’te bir kliniğe geçti. Buradaki 70 gününde, 70 resim yaptı. Ailesine, Auvers-sur-Oise’te çok mutlu olduğunu söyleyen bir mektup da yazmıştı ancak bir gün resim malzemeleriyle çıktığı yürüyüşte kendini göğsünden vurdu, ve 2 gün sonra vefat etti.
Van Gogh’un resimlerine bakışı ve hissettikleri, Paris’te birlikte yaşadıkları 2 yıl dışında, kardeşi Theo ile düzenli olarak mektuplaştığından bir nevi kayıt altında. Vincent Van Gogh’un başta kardeşi Theo olmak üzere, arkadaşları ve ailesi arasındaki mektuplaşmalarından bulunanlar, kayda alınmış durumda. Orjinal mektuplar, çizimler, İngilizce tercüme ve mektubu anlamak için yazılmış notlar bu sitede yayınlanıyor. Vincent Van Gogh’u daha yakından tanımak isterseniz mektuplarına bakmanızı tavsiye ediyorum.
Theo, kardeşinden 6 ay kadar sonra frengiden vefat etti, bugün iki kardeş yan yana Auvers-sur-Oise’te yatmaktadır.
The Courtesan (1887)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) The Courtesan (1887) isimli resmi Van Gogh Müzesi’nde (Amsterdam, Hollanda). Resmin boyutu 100,7 cm x 60,7 cm.
İlham Verici Resimleri
Van Gogh’un benim için en ilham verici resimlerinden biri The Courtesan, yani “Fahişe”. Van Gogh kadar gözü farklı gören bir yaratıcı dahinin bile, beğendiği bir çizimi kopyalaması; benim gibi çizim yeteneği olmayanların dahi harikalar yaratabileceğinin bir müjdecisi gibi geliyor. Van Gogh, Japon kültürüne ilgi duyduğu bu yıllarda, 1886’da Paris Illustre dergisinin kapağından yayınlanan ve Keisa Eisen tarafından yapılmış bu çizimi çok beğeniyor. Paris’te, bu çizimi bire bir kopyalıyor, hem de bakarak değil, baya büyük kopyasını çıkartıp, kendi kanvasına kopya kağıdı olarak kullanarak.
Bu kadını sapsarı bir çerçeve içinde kullanıp, diğer parlak renklerini de ekleyince, Van Gogh’un elinden görsel bir şölen çıkmış. Eisen’den aldığı sadece kadının görseli, ama Van Gogh’un resminde dış alanda kullandığı diğer görseller de farklı Japon yayınlarından esinlenme. Resme dikkatli bakarsanız, önde bir kurbağa, solda bir turna ve üstte uzakta küçük bir sandal görürsünüz, Van Gogh’dan sembolizm pek beklenmedik. Turna ve kurbağa, fahişe kadınlar için kullanılan kelimelermiş.
Self-Portrait with Grey Felt Hat (1887)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) Self-Portrait with Felt Hat (1888) isimli resmi Van Gogh Müzesi’nde (Amsterdam, Hollanda). Resmin boyutu 44,5 cm × 37,2 cm.
Van Gogh, Arles’e gitmeden önce Seurat‘la ve onun geliştirdiği noktacılık tekniği ile tanışmıştı, bahsetmiştim. Van Gogh, Seurat’ı anlamaya çalıştığını ancak onu takip etmediğini söylemişti. Van Gogh gibi bir yaratıcının yapacağı anlama şekli, elbette bunu en üstün şekilde sanatına adapte etmek olacaktı. Bu portre böyle ortaya çıktı. Seurat’ın noktacılık tekniği o kadar çok emek istiyordu ki, bir resmi 2 yılda adeta dokur gibi işliyordu. İzlenimcilik ona göre spontane ve özensizdi. Bu, görmeye çok alıştığımız bir oto-portre olduğundan, resmi popüler bulabilir ve küçümseyebilirsiniz ama bu yanılgıya düşmeyin. Şimdi lütfen aşağıdaki yakınlaştırılmış resminde Van Gogh’un bu oto-portresini nasıl dokuduğuna bir bakın.
Trees and Undergrowth (1887)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) Trees and Undergrowth (1887) isimli resmi Van Gogh Müzesi’nde (Amsterdam, Hollanda). Resmin boyutu 46,2 cm x 55,2 cm.
Van Gogh’un Muhteşemleri
Bu muhteşem orman resmi, Van Gogh’un Arles öncesi Paris’te yaptığı resimlerinden. Bu resim ve Almond Blossom isimli resimlerin posterleri yan yana 9 yıl duvarımda asılı kaldı, gördüğüm her an bana taze nefes aldırdı, huzur verdi. İki resmi arkadaşıma hediye ettim, eminim her sabah şimdi onun içini açıyordur. İzlenimciler ve Barbizon okulu arasında orman resimleri ve özellikle ağaç altındaki çalılıklar önemli bir konuydu. Hatta sadece bu ağaç altındaki çalıkların resimlerini ifade eden, Fransızca özel bir isim bile vardı; sousbois! Van Gogh, fırça darbeleriyle yeşilin her tonunu, sabırla bir nakış gibi işlemiş. Güneşin ormanda yarattığı renk dalgalanmalarını yeşilin tonlarına ek olarak bazen sarı, bazen beyaz ve hatta kırmızı ile yansıtmış.
The Yellow House (1888)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) The Yellow House (1888) isimli resmi Van Gogh Müzesi’nde (Amsterdam, Hollanda). Resmin boyutu 72 cm x 91,5 cm.
Van Gogh’un Arles’i güneyin stüdyosu yapma hayalleriyle kiraladığı meşhur sarı ev! Binalardan sağ köşedeki Van Gogh’un, 4 odalı evi… Odalardan biri Gauguin için ayrılmıştı hatırlarsınız. Sol köşedeki evin altı bakkal, Van Gogh tütünlerini, absinthini buradan mı alıyordu acaba? Uzakta sağda, tren yolu görünüyor. Van Gogh, Theo’ya yazdığı mektupta, bu resimden bahsetmişti. “Güneş vurduğunda, sarı binalar öylesine parlıyor ki, ve gökyüzü keskin bir mavilikte nasıl da derin…” demiş Van Gogh. Gördüğünü bu kadar güzel anlatabildiği için hayranım Vincent’a.
The Bedroom (1888)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) The Bedroom (1888) isimli resmi Van Gogh Müzesi’nde (Amsterdam, Hollanda). Resmin boyutu 72,4 cm x 91,3 cm.
Tahmin ediyorum, pek çoğumuzu Van Gogh’la tanıştıran, daha çocuk yaşta onu sevmemizi ve eğlenceli bulmamızı sağlayan bu resimdi. Arles’teki meşhur sarı evinde bulunan yatak odası. Van Gogh resmi yapmadan önce odayı itinayla dekore etmiş. Theo’ya yazdığı mektupta, resmin en önemli özelliğinin renkleri olduğunu söylemiş. Tek tek anlatmış, duvarlar solgun menekşe, yatak ve sandalyeler taze tereyağı renginde, kapılar lila… Bu gördüğünüz resim, Van Gogh’un anlattığı renklere uyacak şekilde düzenlenmiş bir versiyonu, resim orjinalini görebilmemiz için özellikle bunu koydum. Resmin bugünkü halinde ise renklerde değişim var, araştırmacılar renklerde özellikle kırmızı pigmentin solduğunu söylüyor, işte bu sebeple lila olan kapı mavi, ve diğer renklerde de solgunluk var. Resmin bugünkü halini detaylı bir şekilde görmek isterseniz burada.
Araştırmacılar, Van Gogh’un gözünden bir canlandırma yapmak için Arles’teli sarı evin bu odasını yeniden aslına uygun dekore etmişler, bu harika odada kim yaşamak istemez ki! Van Gogh bu resimden itinayla 2 kopya daha yapmış, yani onun da favorilerinden. Yatak odasının pencerelerine dikkat ederseniz yeşil kepenkler kapalı. Duvardaki resimler de yine kendi yaptıklarından. Sağdaki portrelerden biri Paul-Eugene Millet, diğeri Eugene Boch‘a ait. Tavanı özellikle basık yapmış, Japon etkisi vermek için. Perspektif ise yine bilinçli olarak biraz garip. Evin sağ tarafı biraz yamukmuş, Van Gogh sağ taraftan tavanı göstererek bu durumu da dahil etmiş resmine.
Cafe Terrace at Night (1888)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) Cafe Terrace at Night (1888) isimli resmi Kröller-Müller Müzesi’nde (Otterlo, Hollanda). Resmin boyutu 80,7 cm × 65,3 cm.
İşte Van Gogh’u gece resimlerine ve özellikle yıldızları resmetmeye motive eden Cafe Terrace. Van Gogh ilk kez bu resimde yıldızlara yer vermişti, sonrası biliyorsunuz adeta bir patlama yaşadığı “Starry Night”a kadar gitti. Van Gogh bu resmi yapmaya, bu cafeyi gece gördüğünde karar vermiş. Renklerinden çok etkilendiği için, resmi gözünün gördüğü şekilde, az ışık altında gece yapmaya karar vermiş. Normalde yapılan elbette gündüz gözü bir güzel taslağını çizip, geceden kalanlarla gün ışığında rahat rahat boyamaktır. Van Gogh mektubunda bu resimden şöyle bahsediyor; “Şu bir gerçek ki, gece ışığında yeşil yerine mavi görebilirim, lilayı mor seçebilirim. Ama beyaz ışıktan, mum ışığına geçtiğin zaman en zengin sarıları ve turuncuları yakalayabiliyorsun.” Bu resmi bahsettiği şekilde bir mum ışığında, gözünün o an gördüğü ve onu etkileyen renklerle resmetmiş. Zaten olay da bu değil mi, bu bir fotoğraf değil ki, olay bir saniye deklanşöre basmaktan ibaret değil. Bir ressamın gördüğü bir şeyi resmetmek için ne kadar motive olması gerektiğini düşünün. Bu cafe, o gece o saatlerde, işte tam da Van Gogh’un resmettiği şekilde görünüyordu. O yüzden bu kadar muhteşem ve etkileyici. Terasın alt kısmı sapsarı, gözyüzü mavi, arnavut kaldırımları lilaya çalıyor, sağda yemyeşil bir ağaç. Bugün bu cafe elbette bir Van Gogh Cafe’ye dönüştürülmüş durumda, bu durumu turistik ve itici bulmuyorum. Ben de Arles’e kadar gitsem, bu cafenin artık bugün bir bakkal olmasındansa cafe olarak kalmasını ve Van Gogh ile dolup taşmasını tercih ederdim, bir güzel de kahvemi içerdim. Cafe bugün nasıl görünüyor derseniz, burada.
Sunflowers – 12 Sunflowers in a Vase (1888)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) Sunflowers – 12 Sunflowers in a Vase (1888) isimli resmi The National Gallery’de (Londra, İngiltere). Resmin boyutu 92,1 cm x 73 cm.
Van Gogh’un ayçiçeklerine olan tutkusu, 1887’de Paris’te başlamıştı, bu kompozisyonda değil ama yerde yatar şekilde 4 tane ayçiçeği daha yapmıştı. Bugün bu Paris versiyonları sergilendikleri müzelerin önemli resimleri arasında. Gauguin, bu ayçiçekleri denemelerini çok beğenmişti, hatta iki tanesi onun olmuştu. Van Gogh, Gauguin’i Arles’e davet ettiğinde bu ayçiçeklerinin alasını yapmak istedi. 12’si birden bir vazoda! Gauguin’in kalacağı odayı dekora edecekti. İlkini 1888’de, ikincisini 1889’da yaptı. Bu National Gallery’deki ilk versiyon, ikinci versiyon ise Amsterdam’daki Van Gogh müzesinde. Birbirinden ayırmak için en kolay yol, “Vincent” şeklindeki imzasını yoklamak. Vincent, vazonun koyu sarı kısmındaysa ilk versiyon, açık sarı kısımdaysa ikinci versiyon.
The Starry Night (1889)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) The Starry Night – Yıldızlı Gece (1889) isimli resmi MOMA’da (New York, ABD). Resmin boyutu 73,7 cm x 92,1 cm.
Yıldızlı Gece resmini Saint-Remy’deki akıl hastanesinde yaptı, odasının camından güneşin doğuşunu izlemiş ve çok etkilenmişti. Theo’ya mektup yazmış, gün doğumunda yıldızları görmenin ne kadar büyüleyici olduğun, sabah yıldızının, gözüne ne kadar büyük göründüğünü anlatmıştı. Muhtemelen gördüğü Venüs’dü. Resmin adı YIldızlı Gece ama aslında yıldızlı bir sabahı anlatıyor.
The Church in Auvers-sur-Oise, View from the Chevet (1890)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) The Church in Auvers-sur-Oise, View from the Chevet (1890) isimli resmi Orsay Müzesi’nde (Paris, Fransa). Resmin boyutu 94 cm x 74 cm.
Van Gogh, Arles’teki kulak kesme macerası sonrası kardeşi Theo’yu ve Gauguin’i dehşete düşürmüş, ardından kendini Saint-Rémy’deki akıl hastanesinde bulmuştu. Ortalık sakinleşince Theo’ya yani Paris’e yakın olan Auvers-sur-Oise’deki kliniğe geçti. Burada hem Theo’nun, hem de birçok ressamın arkadaşı olan Dr.Gachet onu tedavi etmeyi kabul etmişti. Dr.Gachet‘i Van Gogh’un portresinden hatırlarsınız, Van Gogh doktorun bu portresini yaptıktan tam 100 yıl sonra, 1990’da, resim 82,5 milyon dolara satıldı. O yıl bu bir rekordu, resme ödenen para, bugünün parasıyla 144,1 milyon dolar ediyor, yani dünya üzeride satışı gerçekleşen en pahalı 5. resim. Van Gogh, Auvers-sur-Oise’de çok verimli bir döneme girmişti, her şey yolunda görünüyordu. Hem doktor hem de Theo iyileştiğini düşünüyordu. Ama malum sonu biliyorsunuz, Auvers-sur-Oise’de topu topu iki ay geçirebildi, ve hayatını başarısız bir intihar girişimi ile sürünerek sonlandırdı. Bu resme konu olan kilise, 13. yy’dan kalma gotik tarzıyla Auvers-sur-Oise’in en gösterişli binalarından biri. Kilisenin bugünkü halini, Van Gogh’un açısından görmek isterseniz buraya tıklayın. Dilerseniz bu bağlantıdan 360 derece görüşle bakabilir, hatta kilisenin içini bile ziyaret edebilirsiniz. Van Gogh’un görüp de resmettiği bir şeyi, capcanlı gözle görmek, ona olan hayranlığımı daha da arttırıyor. İşte aynı bina, biz de bakıyor, görüyoruz… O da bakıyor, ne görüyor, daha doğrusu nasıl görüyor. Van Gogh her ne kadar stiliyle post-impressionist olarak anılsa da, onun stiline henüz bir ad veremediğimiz ortada. O sadece resim yaptığı dönem göz önünde bulundurularak bir akımın içinde gruplandırılıyor. Bana göre bu stil, Van Gogh stili ve bu dünyada gelmiş geçmiş en eşsiz stil.
Almond Blossom (1890)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) Almond Blossom (1890) isimli resmi Van Gogh Müzesi’nde (Amsterdam, Hollanda). Resmin boyutu 73,3 cm x 92,4 cm.
Vincent Van Gogh’un Son Zamanları
Van Gogh 1890’da, yani hayatını kaybettiği senenin başında, çok sevdiği kardeşi Theo’dan bir mektup aldı. Theo’nun bir oğlu olmuştu ve adını eşi ile birlikte Vincent koymuşlardı. Bu habere çok sevinen Van Gogh, onlara özel bir resim hediye etmek istedi. Hem Japon sanatı etkisinde olan, hem de Arles’de tomurcuk açan ağaçlardan etkilenen Van Gogh, bir badem ağacının tomurcuklarının patladığı, bembeyaz çiçekli halini mavi gökyüzü önünde boyayıverdi. Bu resim pek de Van Gogh’tan görmeye alışık olmadığımız tarza olduğundan, sevenlerinin gözünde ayrı bir yeri var. Doğu kültüründe, badem ağaçları Şubat’ta çiçek vererek, baharın gelişini müjdeliyor. Tıpkı küçük Vincent’ın doğumunu müjdeler gibi.
Wheatfield with Crows (1890)
Vincent Van Gogh’un (1854-1890) Wheatfield with Crows (1890) isimli resmi Van Gogh Müzesi’nde (Amsterdam, Hollanda). Resmin boyutu 50,5 cm x 103 cm.
Van Gogh’un son resmi olarak bilinen ama aslında son resmi olmayan “Wheatfield with Crows – Kargalarla Buğday Tarlası” isimli resmi, Van Gogh’un sanatında adeta patlama yaşadığı son 4 yılında belki de kasvet içeren tek resmidir. Bu yüzden de intihar etmeden önce, bu resmi yaptığı düşünülür. Belki de resimleri bu şekilde anlamlandırmayı çok sevdiğimizden. Bu resmi 10 Temmuz’da tamamladığını söyleyen bir notu var. Vefat ettiği 29 Temmuz’dan önce tamamlanmış olduğu tahmin edilen 3 resim daha var, biri 14 Temmuz tarihli. Sonuçta, ihtihar etmesine günler kala tamamladığı resimlerden biri olduğu gerçek. Van Gogh, kulağını kesmesi ve Gauguin’i çıldırtmasının ardından, Arles’i terketmek zorunda kalmış, Theo’ya yani Paris’e yakın Auvers’teki Saint Remy hastanesinde kalmaya başlamıştı. Bu manzara da Auvers’den. Özellikle bu resimden değil ama, genel olarak buğday tarlalarını konu ettiği resimlerinden Theo’ya mektuplarında bahsetmişti. Mavi gözyüzü altında sarı buğday tarlaları, yarattığı kontrast ile çok ilgisini çekiyordu. Kızgın gözyüzü altında, rüzgardan şişmiş buğdaylar enginlik hissini çok iyi veriyordu. Bunun yanlızlığını ve üzüntüsünü çok iyi ifade ettiğini düşünüyordu. Ama karamsar anlam çıkmasını istemiyordu bundan, buğday tarlalarının ve bu açıkhava manzarasının ona çok iyi geldiğini de ekliyordu. Bu resim Van Gogh’un çift kare olarak adlandırılan, yatay resimlerinden. Boyu, eninin iki katı olan kanvasları son zamanlarda severek kullanıyordu. Uzmanlar yıllardır resimdeki kargaları ölümün habercisi, ufukta bitmeyen yolu kaybolmuşluk, yer ve gökyüzünün birbirine karışmasını buhran olarak yorumladı durdu. Birden fazla ışık kaynağı olmasını anlamlandırmaya çalıştı, biri ay ya da güneşse, diğeri neydi? Bilemeyiz ki… Belki de bu sadece Van Gogh’un şahit olduğu enfes manzaralardan biriydi. Temmuz’da, hasat zamanının tam da ortasında, tarlaya kargalar üşüşmüş, böylesine dramatik bir manzarayı Van Gogh’a göz ziyafeti olsun diye sunmuşlardı. Hem belki de Van Gogh intihar etmemişti, kendini yaralayıp iki gün süresince ağır ağır ölmesi sadece bir kazaydı.
Van Gogh’un yaşamı boyunca yaşadığı, resim yaptığı yerler Van Gogh Route isimli sitede detaylıca listelenmiş durumda. Harita üzerinden tıklayıp adresleri ve orada yaptığı resimleri açabiliyorsunuz.
8 comments
Gerçekten çok güzel bir çalışma olmuş elinize sağlık.
Gerçekten çok güzel çizmiş ellerine sağlık!!!!!!!!
Bir yerde gördüm hoşuma gittiği için sizinle paylaşmak istedim.
ÜNLÜ BİR TABLOYA BAKTIĞINIZDA,
YAPAN RESSAMI BİLEMİYORSANIZ,
KOLAYI VAR :)
– Resimdeki kadın erkek, alayının poposu değirmen taşı kadar büyükse; Rubens
– Resimdeki adamlar, şaşı, kıvırcık saçlı ve travestiye benziyorsa; Caravaggio,
– Eğer herkesin vücudunda “töööbe bismillah, n’oolmuş lan buna” dedirten bariz bir tuhaflık varsa; Picasso,
– Resim, kafanızın trilyon olduğu bir gece veya sabaha dair hatıralar gibiyse; Dali,
– Resim karanlık ve insanların suratında kabızlıktan ölüyormuş gibi bir ifade varsa; Titian,
– Resimde çok çok fazla insan var ve insanlar normal görünüyorlarsa; Bruegel,
– Herkes, kadınlar da dâhil %80 Putin’e benziyorlarsa; Van Eyck,
– Resimdeki insanlar, tozlanmış da grup seks yapıyormuş gibi görünüyorlarsa; Bosch,
– Herkes, solgun sokak lambasının altındaki ayazda kalmış mezarlık iti gibi görünüyorsa; Rembrandt,
– Resimde oraya buraya serpiştirilmiş en az 3 melek ve kuzular alan varsa; Boucher,
– İnsanlar çıplak, güzel ve üst üste yığılmışsa; Michelangelo,
– Balerin varsa; Degas
– Resim keskin, koyu renk, mavimsi, insanlar sakallı ve açlıktan geberiyomuş gibi görünüyorsa; El Greco,
– Tek gördüğünüz, magirus tamponu gibi yekpâre kaşlı bir kadınsa; Frida,
– İnsansız, benekli benekli bir doğa anlatımıysa; Monet,
– Kafaları güzel, mutlu parti insanlarının olduğu bir ortam ise; Renoir,
– Kafaları güzel, mutsuz parti insanlarının olduğu bir ortam ise; Manet,
– Arka plan “Yüzüklerin Efendisi”ni anımsatıyorsa, ortalıkta tuhaf mavi bir sis varsa ve saçlar asla fön konmamışçasına kıvırcıksa; Da Vinci,
– Rengarenk boyanmış excel sayfası gibi birşeyse; Mondrian,
– Bakar bakmaz, “hadi lan, bunu ben de yaparım” diyorsanız; Miro’dur.
Çok hoşsunuz…Teşekkür ederiz. :)
çok teşekkürler, sağolun :)
Zevkle okudum. Teşekkürler:)
Bir endüstri mühendisi sanatlada ilgilenmesi gerekiyor. o Yüzden buradayım