Gerçek hayattan sinemaya uyarlanan hikayeler vardır, Dallas Buyers Club (2013) gibi, Hotel Rwanda (2004) gibi… Kanınızı dondurur, gerçekten yaşanmış olağanüstü bir hikayeye ve kahramanının hayatına misafir olmak ilham vericidir. Özgün senaryolar vardır, sadece film olması için yazılmış, tamamen hayal gücü, Midnight in Paris (2011) gibi, Amelie (2001) gibi… Oturup senaryo yazasınız gelir, yepyeni bir hikaye izlemenin tadı bambaşkadır.
Bir de romandan sinemaya uyarlanan hikayeler vardır. İşte o zaman, o filmi romanı okuyanlara beğendirmek neredeyse imkansızdır. Bir eli belinde, diğer elindeki romanı, yönetmenin kafasına fırlatmak için bekler okuyucu. Oyuncu seçimini beğenmez, hiç hayal ettiği gibi değildir, renkleri beğenmez, en sevdiği bölüm kısa kesilmiştir, hatta belki hiç değinilmemiştir. Olmamıştır o film. Tam bir hayal kırıklığıdır.
Romandan uyarlanan filmin yönetmeni açısından düşünelim bir de. Ne büyük cesaret! Yazarın sadece kelimelerle tasvir ettiği, tüm dünyadan okuyucuların kendi hayal dünyalarında canlandırıp bayıldığı romanı, “ben böyle anladım, bence bu roman bunu anlatıyor” cüretini gösterip anlatmak. Oyuncular, setler, kostümler, makyajlar, efektler eşliğinde kitaptan anladığını anlatmaya çalışmak, bir de üstüne beğenilmeme riskini almak. İyi ki cesur yönetmenler var, muhteşem romanları, destansı filmlere dönüştürebilen.
Aşağıda listelediğim 7 film, birbirinden harika 7 romandan uyarlanmış filmler. Bu muhteşem romanları okurken hissettikleriniz bir tarafa, yönetmenlerin bize sunduğu dünyalar bir tarafa. Sizin aklınızdakinden farklı olabilir, ama yine de yönetmeni ve filmleri takdir etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Roman uyarlamaları, sinema için sonsuz bir kaynak, binlerce örneği var. “En iyi 7” listemi aşağıda paylaşıyorum. Bu liste dışında kalan uzun bir listeyi de, sinema severlere dip not olarak bırakıyorum.
1- The Godfather (1972)
Mario Puzo’nun 1969’da yazdığı The Godfather (Baba) isimli romanı tüm dünyada 21 milyon’dan fazla satmış, 67 hafta “en çok satanlar” listesinde kalmış. Mario Puzo’nun The Godfather romanından hem The Godfather (1972) hem de The Godfather II (1974) filmleri çıktı. Buradaki ikinci dahi Francis Ford Coppola elbette. Romanı filme uyarlamaya karar verip, Mario Puzo’yu ikna ediyor, senaryo aşamasında Coppola ve Puzo birlikte çalışıyorlar, filme ne ekleyip neyi çıkaracaklarına birlikte karar veriyorlar. Coppola ve Puzo her iki film için de “En iyi Uyarlama Senaryo” dalında Oscar ödülü kazandı.
Annemin tavsiyesiyle romanı, filmi seyretmeden önce okumuştum. İyi ki de beklemişim romanı önce okumak için. Malum film dünyanın en popüler filmlerinden biri olunca, filmi seyretme şansı, romanı okuma fırsatından önce defalarca karşısına çıkıyor insanın. Michael Corleone’nin sifonun arkasında silahı aradığı sahnede kalp kizi geçirecek gibi hissedip, kitabı elimden attığımı hatırlıyorum. Hikayenin sonunu bildiğim halde, filmi izlerken Coppola da bana aynı stresi hissettirebildi. Bu listedeki diğer filmlerden farklı olarak, The Godfather filmini izledikten sonra kitabı tekrar okudum, Coppola’nın yarattığı Godfather dünyasından, pek tabi Marlon Brando’dan, Al Pacino’dan, Robert Duvall’dan etkilenip bambaşka bir roman daha okumuş gibi oldum.
2- The Silence of the Lambs (1992)
Thomas Harris, Hannibal Lecter üçlemesinin ilk romanı Red Dragon’u (Kızıl Ejder) 1981’de, The Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği) romanını ise 1988’de yazdı. 1986’da Red Dragon, Michael Mann’in yönetmenliğinde Manhunter (1986) film oldu ama ne Hanninal Lecter karakteri ne de Thomas Harris yeterince ilgi görmedi. Bu harika roman serisi neredeyse gözden kaçacaktı ki, yönetmen Jonathan Demme’nin başrollerde Anthony Hopkins (Hannibal Lecter) ve Jodie Foster (Clarice Starling) ile 1991’de romanın filmini çekmesiyle romanın ve yazarın kaderi değişti. Film tüm sinema sektörünün Oscar rüyası 5’te 5 yapmıştı, “En iyi Film”, “En iyi Yönetmen”, “En iyi Erkek Oyuncu”, “En iyi Kadın Oyuncu”, “En iyi Uyarlama Senaryo” dallarında ödül kazandı. Anthony Hopkins’in ilk ve tek Oscar ödülü. Filmin başarısından sonra yapımcılar Harris’ten yeni bir Lecter hikayesi istediler. Thomas Harris, The Silence of the Lambs romanından 11 yıl sonra, 1999’da Hannibal romanını yazdı. Hannibal, Ridley Scott yönetmenliğinde 2001’de filme uyarlandı. Red Dragon ise 2002’de Brett Ratner yönetmenliğinde ikinci defa filme uyarlandı. Bu defa sinema sektörü romandan uyarlama yapmakla kalmamış, sinemaya uyarlama yapmak için yazara ısrarla roman yazdırmış oldu. Hannibal Lecter üçlemesinin her romanı ve filmi başarılı elbette ama The Silence of the Lambs hiç kuşkusuz aralarında en çok iz bırakan roman uyarlaması oldu.
3- The Shinning (1980)
Stephen King’in 1977’de yazdığı 3. romanı “The Shinning” o kadar büyük bir başarı elde etti ki, King’in “korku romanı yazarı” olarak tüm dünyada tanınmasını sağladı. İyi ki bu roman çok başarılı oldu ve Stephen King’in her yıl bir ya da iki roman yazacak kadar üretken olmasına ön ayak oldu. Bu müthiş psikolojik gerilim romanının bir başka dahi Stanley Kubrick’in dikkatini çekmesi ve onun yönetmenliğinde sinemaya uyarlanması, sadece romanın değil, filmin de unutulmaz olmasını sağladı. Jack Nicholson’ın canlandırdığı, otelde cinnet geçirip ailesine musallat olan baba Jack Torrance, sinema tarihinin ikonik karakterleri arasına girdi. Stephen King 2013’te yazdığı Doctor Sleep isimli devam romanında, merak edenler hikayenin devamını okuyabilir. Doctor Sleep’in sinema uyarlamasında Danny Torrance’ı Ewan McGregor canlandıracak.
4- Fight Club (1999)
Chuck Palahniuk, ilk romanı “Invisible Monsters” yayıncılar tarafından reddedilince, tüm hırsını ve yayıncılara olan kinin ikinci romanı “Fight Club”ı yazarken kullanmış. Ortaya müthiş öfkeli ve sürükleyici bir hikaye çıkarınca, hem yayıncılardan hem de Hollywood’dan ilgi görmüş. Üstelik tüm bunlar olurken Palahniuk hala tam zamanlı sıkıcı işinde çalışmakta, boş vakitlerinde kitap yazmaktaymış. Neyseki kitabın ve filmin başarısıyla bu yetenekli yazar, artık sadece yazar. “Fight Club” romanın en büyük şansı, elbette sinemaya David Fincher yönetmenliğinde uyarlanmış olmasıydı. The Game, Seven, Panic Room, Gone Girl gibi sonu sürprizli filmlerin usta yönetmenin bugün belki de en büyük referansı “Fight Club”. Fight Club gişede ilgi görmüştü elbette ama esas başarıyı DVD’si çıkınca yakaladı. Hemen her film severin koleksiyonuna aldığı veya kiraladığı bir DVD filmi oldu. Popülerliği tekrar arttı, kitaplar farklı kapakla yeniden, dvd özel kutuda yeniden piyasaya sürüldü, her yeni ürün yeni bir ilgi yarattı. Anlatıcı Edward Norton, Tyler Durden’ı canlandıran Brad Pitt ve Marla rolündeki Helena Bonham Carter’ın hiç mi payı yoktu? Elbette bu ilginç romanı büyük kitlelere ulaştıran, kültleştiren onların kusursuz oyunculuklarıydı.
5- Forrest Gump (1994)
13 dalda Oscar’a aday olup, “En iyi Uyarlama Senaryo”, “En iyi Film”, “En iyi Erkek Oyuncu”, “En iyi Yönetmen”, “En iyi Kurgu” ve “En iyi Görsel Efekt” dallarında 6 Oscar ödülü kazanan Forrest Gump, şüphesiz sinema tarihinde en çok iz bırakan roman uyarlamalarından biri. Winston Groom, dördüncü romanı olan Forrest Gump’ı 1986’da yazmış. Roman filme uyarlanmadan önce sadece 30 bin adet satmış, roman satışı 1994 yılında çekilen filmden sonra artmış. Groom, romanlarında tarihi olaylara, ana karakterin başından geçen hikayeler anlatırken, dolaylı olarak yer vermeyi seven bir yazar. Forrest Gump romanında aslında müthiş bir Amerikan tarihi özeti var, fazlasıya Vietnam eleştirisi var. Roman filme uyarlanırken Tom Hanks’in canlandırdığı Forrest Gump karakteri biraz yumuşatılmış, sendromlu hasta bir insan yerine, IQ’su düşük ama kalbi büyük Forrest ön plana çıkartılmış. Geleceğe Dönüş serisinin usta yönetmeni Robert Zemeckis, Forrest Gump filminde harika bir hikaye anlattı bize, hem de o an romanı okuyormuşçasına leziz bir tat bırakarak.
6- Trainspotting (1996)
Irine Welsh, ilk romanı “Trainspotting”i 1993’te yayınladığında, Edinburghlu, ağır İskoç aksanlı bu adamın anlattığı arkadaşlık hikayesi tüm dünyada ilgi görmüş, son yıllarda İngiltere’den çıkan en büyük edebiyat olayı sayılmıştı. Kitaptan 3 yıl sonra, John Hodge’un kitabı sinema için uyarlayıp senaryolaştırması ve Manchesterlı yönetmen Danny Boyle’un filmi çekmeye karar vermesiyle kült bir roman, kült bir filme dönüşüverdi. Renton rolündeki Ewan McGregor ise, henüz Obi-Wan Kenobi rolünü oynamadan, en sevdiğim İngiliz aktörlerden biri olmuştu. Romandan ikinci bir devam filmi de çıktı, yine John Hodge & Danny Boyle ortak çalışması ile çekilen T2 Trainspotting (2017), ilk filmden 21 yıl sonra harika bir tat bıraktı.
7- Ejderha Dövmeli Kız (2009)
Ejderha Dövmeli Kız ama hangisi? Tabi ki orjinal adı “Män som hatar kvinnor” olan, İsveçli Stieg Larsson romanının, İsveçli oyuncularla İsveççe sinemaya uyarlandığı 2009 versiyonu. Gerçi bu filmde yönetmen ve senaristler Danimarkalı ama olsun çok da yabancı sayılmazlar. Yani üzgünüm David Fincher, harika bir yönetmensin ama senin 2011 yılında Daniel Craig (Mikael Blomkvist) ve Rooney Mara (Lisbeth Salander) ile çektiğin ikinci versiyon, Michael Nyqvist (Mikael Blomkvist) ve Noomi Rapace’nin (Lisbeth Salander) başrolleri paylaştığı ilk versiyon ile yarışamaz. Stieg Larsson, üçlemeyi bitirdikten hemen sonra dördüncü romanına başlamış, henüz 4. romanın 4’te 3’ünü tamamlamışken ani bir kalp krizi ile sadece 50 yaşında vefat etti. Planı toplamda 10 roman yazmakmış. Stieg Larrson, çocukken Lisbeth isimli bir kıza tecavüz edilmesine şahit olmuş, durdurmak için elinden bir şey gelmemesi onda derin tramvalar bırakmış. Bu sebeple suç, kadına karşı şiddet konularında yazmak ve dikkat çekmek istemiş. Stieg Larsson’ın Milenyum Üçlemesi Ejderha Dövmeli Kız, Ateşle Oynayan Kız, Arı kovanına Çomak Sokan Kız isimli 3 romandan oluşuyor. Kitapları tüm dünyada 50’den fazla ülkede çevrilip yayınlanmış, 80 milyondan fazla satmış. Çok sevdiğim İsveçli aktör Michael Nyqvist 2017’de 57 yaşındayken hayata veda etti ama bu üçlemenin 3 filminde de başroldeki Mikael Blomkvist karakterini canlandırdı. Onu özledikçe üçlemenin İsveç versiyonunu tekrar tekrar izlemek istiyorum.
Yukarıdaki liste benim en sevdiğim 7 roman uyarlaması film. Listede olmayan ama birbirinden harika sinemaya uyarlanan onlarca film var elbette.
J. R. R. Tolkien’in 150 milyon’dan fazla satan Lord Of The Rings (1955) ya da 100 milyon’dan fazla satan Hobbit (1937) romanları, yazarın yarattığı dünyaya bayılmamla birlikte okuması çok zor, dili çok ağır gelmişti. Ama Peter Jackson’ın yönetmenliğindeki LOTR ve Hobbit serisi tüm zamanlar en sevdiğim filmlerden. Yazar J. K. Rowling’in her biri 50 milyon’dan fazla satan Harry Potter romanları ise yine okuması keyif vermeyen (malum dünyadaki genel okuyucu benimle aynı fikirde değil) ama izlerken eğlendiğim filmlerdi.
Romanı da, sinemaya uyarlaması da başarılı olan çok film var. The Shawshank Redemption, The Remains Of The Day, Lolita, Requiem For A Dream,
Brokeback Mountain, Jaws, Jurrasic Park, The Mist, War Of The Worlds, A Clockwork Orange, Dances With Wolves, Goodfellas, Interview With The Vampire, The Last Of The Mohicans, Million Dollar Baby, Minority Report, Schindler’s List, Psycho, Mystic River, Shutter Island, Full Metal Jacket , Apollo 13, Scarface, A Beautiful Mind, The English Patient, Revolutionary Road, Atonement, The Last King Of Scotland, Gone With The Wind, The Pianist, Memoirs Of A Geisha, The Other Boleyn Girl, The Beach, Sense And Sensibility, The Exorcist, Apocalypse Now, Munich bir nefeste aklıma gelenler.
Erkeklerin çok ilgisini çekmeyebilir ama Breakfast at Tiffany’s, Eat Pray Love,
The Devil Wears Prada ve The Bridget Jones Diary romanları okuması keyifli, uyarlaması da oldukça başarılı filmlerdi.
*Bu yazı ve fotoğraflarımız ilk kez thestoryofseven.com ‘da yayınlanmıştır.
2 comments
Roman uyarlaması filmler nedense diğer filmlerden daha etkileyici oluyor.
kesinlikle, hikayesi ve kurgusu roman uyarlaması ise kendini hemen belli ediyor :)