Tüm dünyanın belki de en güzel şehridir Venedik.
Dağlarda, ormanlarda daha ilham verici yerleşimler vardır elbette ama bildiğimiz modern şehir hayatının daha güzel yaşandığı bir başka şehir daha olamaz. Araç trafiğine kapalı, dolayısıyla trafik gürültüsü, endişesi ve kirliliğinden uzak, yol tariflerinin geçeceğiniz daracık köprü ve küçük meydan isimleri ile anlatıldığı, 11.yy ‘dan kalan sarayları, köprüleri, Doğu Roma İmparatorluğu’nun ve İstanbul’un izlerini taşıyan mimarisi ile benzersiz bir şehir.
Her yıl 30 milyon turistin ziyaret ettiği bu küçük şehirde, sadece 55 bin Venedikli yaşıyor artık. Venedikliler, turist kalabalığı ve artan fiyatlar sebebiyle şehirlerinde rahat yaşayamıyorlar. Yıllar içinde adalarını terk etmeye, ana karaya, Mestre’ye taşınmaya başlamışlar. Venedik’te nüfus 40 bin’in altına düşerse Venedik’in yaşanabilir bir yer olmaktan çıkacağı ve Venedik’e ait kültürel değerleri kaybedeceğinden korkuluyor.
Turistlerin bile birbirinden kaçmaya çalıştığı bu şehirde, Venediklilere hak vermemek mümkün değil. Foresta, Venediklilerin, Venedikli olmayanlar için kendi aralarında kullandıkları kelime. Onlar için Verona’dan, Roma’dan ya da Milano’dan gelen bir İtalyan da “foresta”, İstanbul’dan gelen biz de.
Önceki yıllarda Venedik’i birer turist gibi ziyaret etmiş, şehrin tüm müzelerini ve turistlik meydanlarını gezip hakkını vermiştik. Venedik San Marco Meydanı, Burano Adası ve Torcello Adası yazılarımızı okumak isterseniz tıklamanız yeterli.
Son iki ziyaretimizde, Venedik’te yaşayan arkadaşlarımız rehberliği ile bambaşka bir Venedik yaşamı keşfettik. Mesela Venedik’te pizza, spagetti satan restoranlar hep turistler içinmiş. Venedikliler gün boyu küçük atıştırmalıklar yer, akşam yemeklerini evde yermiş. Restoranlarda turistler için hazırlanan menüden sipariş vermek bir Venedikli’nin asla yapmayacağı bir şeymiş.
Venediklilerin yaş ortalaması 45’in üzerinde. Sanat, edebiyat ve müzik hayatlarının vazgeçilmez bir parçası. Tanıştığımız her Venedikli, Venedik’te doğmuş olmaktan ve ısrarla bu şehirde yaşamını sürdürmekten gurur duyuyordu. Sokakta nasıl göründükleri son derece önemli, hava 40 derece de olsa şapkalarını ya da şallarını eksik etmiyorlar. Doğduklarından beri şehirde her yere yürüdükleri ve köprü basamaklarını inip çıktıkları için genelde zayıflar. Tüm turistlerden değil ama şehre büyük gemiler ile günübirlik gelen, Venedik’e maddi hiçbir faydası olmayan kuru turist kalabalığından hoşlanmıyorlar.
[envira-gallery id=”4415″]Ne yaparsak yapalım “foresta” olacağız ama bizler için de farklı bir Venedik deneyimi mümkün. Venediklilerin sık sık aperol splitz, tramezzino, cicchetti molası için uğradıkları cafe barlar, kahve dükkanları, marketler, pastaneler ve Venedikli zanaatkarların dükkanları eşliğinde turist kalabalığından nispeten uzak, birkaç yürüyüş rotası önermek istiyoruz.
Dorsoduro’dan San Marco’ya
18 yy. Venedik yaşantısına tanıklık edebileceğiniz Ca Rezzonico isimli saray, Dorsoduro’yu keşfe başlamak için harika bir nokta. Tavanları freskolarla süslü görkemli sarayda, 18. yy’dan kalan mobilyalar ve dekoratif objelerin etkisiyle zamanın durduğunu hissedeceksiniz.
Saraydan çıktıktan sonra Fondamenta Rezzonico boyunca yürürseniz sağda el yapımı Venedik maskelerinin yapıldığı Ca’ Macana dükkanını, solda ise St. Barnabas Kilisesi’nin kanala yansıyan çan kulesini görebilirsiniz. Buradan Fondamenta Nani’ye kısa bir yürüyüş yaparsanız, Venedik’te ayakta kalan en eski gondol atölyesi olan Squero San Trovaso’ya kanalın karşısından bakabilirsiniz.
Gondol atölyesinin hemen yanında göreceğiniz kilise 1590’da inşa edilen San Trovaso Kilisesi. Kilisenin özelliği, birbirine rakip Castellani ve Nicolotti ailelerinin arasındaki tarafsız bölgeye inşa edilmesi. İki aile karşılaşmasın diye, kiliseye iki ayrı cephe ve giriş kapısı inşa edilmiş. Dorsodura’ya gelmişken henüz ziyaret etmediyseniz Gallerie dell’Accademia’yı ve Peggy Guggenheim Müzesi’ni mutlaka ziyaret etmenizi öneririz. 1750 yılında inşa edilen Galeri Accademia’da Veronese, Titian, Carpaccio, Bellini, Bosch gibi birçok dahinin resimlerini görebilir, aynı zamanda Venedikli ressamların yüzlerce Venedik resmi eşliğinde Venedik tarihine biraz daha aşina olabilirsiniz.
Koleksiyoner Peggy Guggeheim’ın Venedik’e aşık olup, Dorsoduro’ya taşınması, Venedikliler için büyük bir şans olmuş. Müzeye ev sahipliği yapan muhteşem beyaz ev, aslında tamamlanmamış bir 18. yy Büyük Kanal sarayı. Warhol, Rivera, Pollock, Miró, Appel, Malevich, Chagall, Duchamp, Rothko, Ernst, Klee, Magritte, Picasso, Delvaux, Mondrian, Dalí, Kandinsky, de Kooning gibi 20. yy dahilerin eserlerine ev sahipliği yapan müze, Avrupa’daki en güçlü koleksiyonlardan biri. Dorsoduro’nun 1687’den beri kuşkusuz en büyüleyici mimarisi Santa Maria della Sallute Bazilikası. Bazilikayı gezdikten sonra Dorsoduro’nun en ucuna yürüyebilir solda San Marco, sağda San Giorgio Maggiore manzarasını izleyebilirsiniz. Dönüşte Accademia Köprüsü’ne yürümek yerine hemen yakındaki Santa Maria del Giglio durağından traghetto’ya binip, 2 Euro’ya kısa bir gondol sefasıyla San Marco’ya geçebilirsiniz. Bu kısa yolculukta Dorsoduro’nun muhteşem mozaikleriyle ünlü sarayı Palazzo Barbarigo’yu uzaktan görebilirsiniz. Daha yakın açıdan saraya ve Murano camından yapılmış mozaiklerine bakmak isterseniz, traghettodan indikten sonra Calle Dose da Ponte boyunca Büyük Kanal’a yürüyüp, Palazzo Barbarigo’yu karşıdan görebilirsiniz.
San Marco’da Venedik’e özgü dükkanlar
Arcobaleno, her renk pigmenti, Murano boncukları ve kendi mücevherinizi yapmak için ihtiyaç duyabileceğiniz her türlü malzemeyi bulabileceğiniz benzersiz bir dükkan. L’Isola, Murano camlarından yapılan tasarımları görebileceğiniz çağdaş sanat galerisi gibi bir dükkan. Ottica Carraro’da dünyada sadece bu dükkanda bulabileceğiniz Venedik’te tasarlanan gözlükler var. Arnoldo & Battois iki Venedikli tasarımcının markası, özellikle deri çanta tasarımları moda dünyasında sanat eseri gibi ilgiyle bekleniyor. Gondolcu şapkalarının kaliteli bir versiyonunu edinmek isterseniz ise Giuliana Longo’nun dükkanında el yapımı, yazlık ve kışlık gondolcu şapkalarını bulabilirsiniz.
San Polo’dan ve Rialto’ya
San Polo keşfine Casa di Carlo Goldoni’den başlayalım. 1707’de Venedik’te doğan tiyatro yazarı Carlo Goldoni’nin evi müzeye çevrilmiş. Özellikle avlusu ve kukla tiyatrosu size ilham verecek. Müzenin hemen yakınında ahşap oyma ustası Barbo Bruno’nun atölyesi var. Modern zamanın Gepetto Ustası’nı iş başında görmek isterseniz mutlaka uğrayın. Frari Santa Maria Gloriosa Bazilikası’nda ise Titian’ın 1518 yılında yaptığı Assunta isimli resmi yerinde görebilirsiniz.
Şimdi hazırsanız Venedik’in en iyi pastanelerinden birine gidiyoruz; Patticceria Rizzardini. Karnaval zamanı yapılan kremalı fritellayi tadabileceğiniz en iyi dükkan burası. Fritelle zamanına denk gelmediyseniz üzülmeyin, bu dükkanda pişen her şey lezizdir. 11. yy’dan beri Venedik’te taze deniz ürünleri (Pescheria), sebze ve meyve (Erberia) satışının yapıldığı Mercato di Rialto yani Rialto Pazarı bir sonraki durağımız. Pescheria ismi verilen Balık Pazarı’na Salı’dan Cumartesi’ye 07:00-12:30 arası açık. Venedikliler taze olmayacağını düşünerek Pazar ve Pazartesi günleri deniz ürünleri yemiyorlar. Erberia ise Pazartesi’den Cumartesi’ye 07:00-12:300 arası açık. Eğer Venedik’te mutfağı olan bir evde kalıyorsanız ve deniz ürünleri pişirmeyi planlıyorsanız, saat 07:00 olmadan Pescheria’da olmanızı tavsiye ederiz. Toptancılar, şefler, restoran sahipleri ya evde leziz deniz ürünü pişirmeyi bilen Venedikliler, Adriyatik Denizi’nden gelen bu taptaze ürünleri almak için neredeyse 10 asırdır bu pazara geliyor.
Şimdi acıktıysanız Rialto Köprüsü’nden geçince iki harika seçenek var. Bu iki mekan bizim Venedik’te olduğumuz her gün yolumuzu geçirdiğimiz, küçük de olsa atıştırmak için mola verdiğimiz yerler.
Birincisi Bacarando in Corte dell’Orso, bu mekanın arka avlusu dar bir kanala bakıyor, gondolcu seslerinin yankılandığı müthiş huzurlu bir mekan. Somonlu ve tavuklu cicchettileri ve kızarmış deniz ürünleri çok lezzetli.
Diğeri ise bizce Venedik’in en eşsiz lezzeti Mozzarella in Carozza yani hamsili kızarmış mozzarella yapan Rosticceria Gision. Rialto Pazarı’nı gezdikten sonra henüz aç değilseniz, Bacarando in Corte dell’Orso veya Rosticceria Gision’a yemek yemeğe gitmeden önce traghetto ile Rialto’dan Cannaregio’ya geçmenizi, Gianni Basso Stampatore dükkanına yürümenizi tavsiye ederiz. Bu eski usül baskı sistemleriyle yapılmış ürünler sunan dükkanda baskı sanatının günümüze uyarlanmış en iyi örneklerini göreceksiniz. Özellikle kırtasiye ürünlerine, defterlere, mühürlere ilginiz varsa bu dükkanı mutlaka görmelisiniz.
Cannaregio’dan Ghetto’ya
Güne Venedik’in en iyi kahvesi ile başlamaya ne dersiniz? Torrefazione Cannaregio, Venedik’in tarihi kahve kavurma dükkanı. İçeride 1940’tan kalma kahve kavurma makinesini göreceksiniz. Ayaküstü içeceğiniz espresso nefis, almak isterseniz çekirdek kahve satışı da yapılıyor.
En iyi kahveden sonra, Venedik’in en iyi marketine gidelim. Despar Teatro Italia, eski tiyatro binasının mimarisi korunarak markete dönüştürülmüş hali. Freskolar, tavan işçilikleri muhteşem. Markettei standart market düzeninin estetik olarak çok daha üzerinde bir raf yerleşimi yapmış. Özetle marketteki her şeyi almak isteyebilirsiniz. Bu sebeple Venedik market alışverişinizi Despar Teatro Italia’ya bırakmanızı tavsiye ederiz.
Ghetto’daki Ikona Gallery’de sürekli değişen sergiler var, eğer giderseniz sahibesi Ziva Kraus’a sevgilerimizi iletin. Ghetto Mahallesi’ni ve zamanında Musevilerin Venedik’te maruz kaldığı zorlu hayat koşullarını daha yakından bilmek isterseniz, Museo Ebraico di Venezia (Venedik Yahudi Müzesi) etkileyici bir müze.
Açıktıysanız Il Paradiso Perduto’ya doğru yürümeye devam edelim. Bu restoranda menüden nefis şeyler sipariş edebilirsiniz ama biz yine de barda göreceğiniz kızarmış Venedik lezzetleri arasından seçim yapmanızı tavsiye ederiz. İçinde deniz ürünü olan kızarmış yiyeceklerin hepsi nefisti. Il Paradiso Perduto’nun sırasında Nicalao Atelier’i göreceksiniz. Bu küçük dükkanda, geleneksel Venedik kostümleri el yapımı olarak üretiliyor. Opera, tiyatro ve bale gösterilerindeki geleneksel kostümlerin bir kısmı bu dükkanda dikiliyor. Eğer daha fazla yürümeye hayır demezseniz, Canaregio traghetto durağından Rialto’ya geçebilir, bu defa Ca’ Pesaro’da resim sergisi gezebilir, sonra da Fondaco de Turchi’ye gidebilirsiniz. 13. yy’da inşa edilen Türk Hanı hem muhteşem mimarisini koruyor hem de Doğa Tarihi Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor. Türk Tüccarlar bu hanı çok kullandığı için ismi Türk ile özdeşleşmiş. Tarihi Luigi Bevilacqua markasının, kumaş ve ev tekstil ürünleri sattığı dükkanı ise Türk Hanı’na 150 metre mesafede.
Castello
Giuseppe Garibaldi Caddesi üzerindeki Strani’de cicchetti ya da Bar Mio’da tramezzino yiyebilirsiniz. Her iki mekanda da, atıştırmalıklarınıza aperol splitz iyi eşlik edecektir.
Bar Mio’nun hemen önünden Giusepe Garibaldi Anıtı’nın olduğu parka girip Biennale Parkı’na kadar yürüyüş yapabilirsiniz. Ama Castello’nun asıl sürprizi yine Bar Mio önündeki Fondamenta Sant’Anna boyunca yürüyüp minik ada San Pietro di Castello’ya geçmek. Burada San Pietro di Castello Bazilikası’nı ve avlusunu dolaşıp, Calle Larga Rosa köprüsünden geçebilir, Salizada Streta ve Crosera sokaklarını takip ederek Fondamenta Sant’Anna’ya geri dönebilirsiniz. Bu küçük parkurda harika evler, küçük meydanlar göreceksiniz. Venedik’in bu en sessiz mahallesi size çok dinlendirici gelecek. Castello’dan merkeze dönerken ikinci el ve yeni bir çok kitap bulabileceğiniz Acqua Alta Library’ye uğramayı unutmayın.
Bu yazımız ve fotoğraflarımız Marie Claire Maison dergisi Ekim 2017 sayısında yayınlanmıştır.
*Bu yazıda önerdiğimiz mekanların tamamı ve adresleri, yazdığımız orjinal mekan ismi ile Google Haritalar’da listelidir. Kolaylıkla haritada işaretleyebilir, yürüyüş haritası çıkarabilirsiniz.
2 comments
Çok detaylı ve güzel bir yazı olmuş, ellerinize sağlık! Patticceria Rizzardini fritellaları anlatılmaz yaşanır :)
Hic bu kadar genis bir gezi yazisi ve fotograflari gormemistimGitmis kadar oldum.