Frank Sinatra’ya olan hayranlığım Godfather (1972) filmini ilk kez izlememle başladı. Filmde Corleone ailesinin tüm üyelerinin sevip saydığı tek bir karakter vardı, o da filmdeki ismiyle “Johnny Fontane”. Johnny Fontane tamamen Frank Sinatra’dan esinlenerek yaratılmış, yaşayan bir karakterdi. Filmi izleyenler bilir, Connie’nin düğününde bu yakışıklı ve kadife sesli adam şarkı söylemeye başladığında tüm genç kızlar çığlık çığlığa bağırışır. Kay Adams, Michael’ın ailesinin bu Amerika’nın en ünlü sanatçısını tanımasına ve jest olarak düğünde şarkı söylediğine inanamaz. Yakışıklı sanatçı müzikle yetinmemiş gözünü Hollywood’da dikmiştir, ona filminde yer vermeyen yönetmenle olan problemini Don Corleone’ye ilettiğinde Baba hiç düşünmeden sağ kolu Tom Hagen’ı Hollywood’a gönderip sorunu çözer… Godfather filmi Frank Sinatra’nın 70’lerde yaşadığı hayatı, O’nun ne kadar büyük ve sevilen bir sanatçı olduğunu çok iyi anlatır.
Frank Sinatra’nın tüm Amerika’da bu kadar çok sevilip sayılan bir sanatçı olmasının temeli elbette çok yenetekli olması ve harika bir sese sahip olması. Ama genelde tüm sanatçıların yükselişleri ve düşüşleri olurken, Frank Sinatra’nın hayat boyu istikrarlı şekilde çok başarılı olmasının sebebi inanılmaz üretken ve çalışkan olması. New Jersey’de 1915 yılında doğan İtalyan asıllı sanatçı, 1943 yılında şarkıcı olarak keşfediliyor. 1946 yılında ilk albümünü yapan Frank Sinatra, müzik kariyerinde yükselirken, aynı zamanda müzikallerde ve filmler de rol almaya başlıyor. Yaşamı boyunca 59 albüm, 297 single yayınlıyor, 64 yapımda aktör olarak rol alıyor. Özel hayatı ile de her zaman gündemde olan Frank Sinatra, 3 çocuğunun annesi olan Nancy Barbato ile 12 yıl evli kaldıktan sonra 1951’de ayrılıyor. O dönemin yaşayan en güzel kadınlarından Ava Gardner ile 1951-1959 yılları arasında, Mia Farrow ile ise 1966-1968 yılları arasında evli kalıyor. 1976’da evlendiği Barbara Marx ile hayatının sonuna kadar ayrılmıyor.
Frank Sinatra’nın çalışkanlığı, başarısı, “the voice” olarak anılmasına sebep olan muhteşem sesi, daima son derece şık ve zevkli giyinmesi ve mükemmel gülüşü onu “centilmen” denince akla gelen ilk isimlerden olmasının tesadüf olmadığının kanıtı. Sinatra ruhunu içinize çekmek istediğinizde, centilmenlik dersi niteliğindeki bu filmleri izleyebilirsiniz.
From Here to Eternity (1953)
1941’de Hawai’de Amerikan üssünde görevli askerlerin hayatını konu alan film en iyi film, en iyi senaryo, en iyi yönetmen de dahil tam 8 dalda Oscar kazandı. Angelo Maggio rolünü canlandıran Frank Sinatra’ya “En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu” Oscar ödülünü kazandırdı. Sinatra’nın Oscar kabul konuşmasını izlemek için tıklayın.
The Man with the Golden Arm (1955)
Sinatra’ya canlandırdığı Frankie Machine karakteri ile “En iyi Erkek Oyuncu” dalında Oscar adaylığı getiren film, hapisten yeni çıkan Frankie’nin hayatına yeni bir düzene koyma çabasını anlatıyor.
Pal Joey (1957)
Frank Sinatra’yı daha iyi tanımak için elbette müzikal filmini izlemek gerekiyor, Rita Haywort ve Kim Novak ile başrolleri paylaştğı Pal Joey, türünün en iyi örneklerinden. Filmin tanıtımı için çektikleri kısa teaser ve Frank Sinatra’nın anlatımı o yıllar için oldukça sıradışı.
Ocean’s Eleven (1960)
Evet bildiğimiz Ocean Eleven’ın orjinal veriyonu. Frank Sinatra Danny Ocean rolünde, yeni versiyonda Sinatra’nın rolünü George Clooney kapmış. Bu ilginç soygun hikayesini bir de Frank Sinatra ile yaşamak lazım.
Come Blow Your Horn (1963)
Manhattan’ın gözde bekarı Alan Baker (Sinatra), erkek kardeşine beyefendilik ve çapkınlık dersleri verir. Çok yakında kardeşi Alan’ın sahip olduğu her şeye göz dikecektir. Ünlü şarkı “Come Blow Your Horn”un adını verdiği bu unutulmaz müzikal, hem Sinatra hem de Manhattan sevenler için.
Tony Rome (1967)
Sinatra’nın canlardırdığı Miami’de yaşayan dedektif “Tony Rome” karakteri o kadar başarılı olmuş ki daha sonra bu filmin devamı niteliğinde “Lady in Cement (1968)” çekilmiş. İlk film Tony Rome’u severseniz hız kesmeden Lady in Cement ile devam edebilirsiniz.
The Manchurian Candidate (1962)
Frank Sinatra, filmde Ben Marco isiminde Kore Savaşı’nda beyni yıkanmış ve gördüğü kabusları anlamlandırmaya çalışan bir binbaşıyı canlandırıyor. Film 2004’de yeniden çekildi ve Sinatra’nın Ben Marco karakterini bu defa Denzel Washington canlandırdı.
*Bu yazı ve fotoğraflarımız ilk kez thestoryofseven.com ‘da yayınlanmıştır.