Her gittiğim konserde önce sahneye bakar, davulu görmeye çalışırım. Davul çalmayı bilmem aslında, ama davulda hangi zilin kullanıldığını görmeden içim rahat etmez. Sadece bir markayı arar gözlerim; Zilciyan. Ve o zilin çıkardığı ses, nerede olursam olayım bana Samatya sokaklarını hatırlatır. 17.yy‘da Samatya’daki metal alaşım kokan küçük atölyesinde, elinde çekiciyle zile ilk halini veren Kerope usta belirir zihnimin bir köşesinde. Alnına düşmüş beyaz saçlarını eliyle düzeltip, gözlüklerinin üzerinden bakar, “müzik başlasın” der. Ve baget zile ilk vurduğunda çıkan ses aslında, Samatya’nın Müşir Süleyman Paşa Sokağı’ndaki 45 numaralı atölyeden çıkan sesin devamıdır. Pink Floyd, The Beatles, Deep Purple, Rolling Stones gibi müziğe yön vermiş gruplar da bu zili kullanınca Zilciyan ailesinin yaptığı zillerin sesi tüm dünyada duyulmaya başlar. Asırlar geçer, Samatya değişir, ama sesi hala o eski atölyeden çıkan ses gibidir. Parlak, temiz ve İstanbul kokulu.
Samatya Rehberi
Üzerine yığılan zamanı, yavaş yavaş meydanına süpürür Samatya. Eski Samatya ile yenilenen yüzü arasında çok fark olsa da insanı aynı samimiyetle aynı meydanda buluşur. Ya balık alır balık pazarından ya da oturur bir kahvesinde, sohbete dalar dostlarıyla. Yemek vakti geldi mi kimse kimseyi bırakmaz masadan. Dostlara yeni dostlar eklenir, muhabbete de yeni anılar. Etraf karanlık ile birlikte daha da kalabalıklaşır, sokağın ışıkları artar, sokağın sesi yükselir. Akşam olunca daha çok canlanır Samatya meydanı. İç içe geçmiş dükkanların sırtlarını dayadığı İstanbul Surları, Samatya kapısından denize açılır.
Yürürken, semtin değişmeyen yüzünü ara ara gösteren ahşap konaklar birden çıkıverir karşınıza. Bunlardan biri de meydandaki en eski yapılardan biri, Matya Kafe’nin bulunduğu konak. Matya, Rumca göz anlamına geliyor. Kafe’nin sahibi Mehmet Ali Çetin, doğma büyüme Samatyalı. Eskiden, Aya Nikola Kilisesi’nin çalışanlarının kaldığı bu 165 yıllık ahşap konak, şimdi Mehmet Bey’in evi. Kendisinden, evdeki her bir odanın girişinde kilise çalışanlarının isimliklerinin bulunduğunu öğreniyoruz. Şu an Matya Kafe olan dükkan, geçmişte Olimpos gazozlarının satış yeriymiş. Dükkanın önü, gazoz sırasına girenlerle dolup taşarmış. Evin restorasyonu sırasında mahzende bulunan gazoz şişeleri kafede sergileniyor. Bu kafe daha çok, 70’li yıllara ışınlandığınız bir evin salonunu andırıyor.
Türk Kahvesi eşliğinde mekandaki eski eşyaları, duvarlara asılan resimleri incelemek inanılmaz bir keyif. Mehmet Bey bize, Samatya’nın eski halinden bahsediyor biraz. Kendisi aynı zamanda meydandaki Tarihi Samatya Midyecisi’nin de sahibi. Çocukken, midye tezgahı arkasında boyu kısa kaldığı için, babasının dizdiği kasaların üzerine çıkıp çalışırmış. Samatya’da yıllardır “Midyeci Arap” ismi ile tanınıyor. Kafeden çıkarken, “Biz buralardayız, akşam yine uğrarız” diyoruz. Sokak aralarında bir şey kaçırmamız için Samatya’yı anlatan bir kitap tutuşturuyor elimize, gülümseyerek “Akşam geldiğinizde kitabı bırakırsınız” diye ekliyor. “Fazlası olsa sizde kalsın diyeceğim ama valla ben de kalmadı” diyor. Sözleşip ayrılıyoruz yanından.
İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden olan Samatya, eskiden sahil kenarındaki bir balıkçı köyüymüş. Adını da bulunduğu sahilin kumla kaplı olmasından almış. Semtin eski adı Psamathion, “kum – kumluk” anlamına gelen Psamathos’tan türemiş. Zaman geçtikçe de bu ad Samatya’ya dönüşmüş. Zamanında sahili kumlarla kaplı olan bu semt şimdi balık kokusunun peşine takılmış kedilerin toplanma yeri. İstanbul’un en tombul kedilerini burada gördük. Ya bir balıkçı tezgahının önünde ya da surların üzerinde güneşleniyorlardı.
Samatya Meydanı’ndan Gümüş Yüksük Sokak’taki merdivenlere doğru ilerliyoruz. İkinci Bahar (1998-2001) isimli çok sevilen televizyon dizisine konu olan iki kebapçı, gerçek hayatta da buradalar. 1912’de Gaziantep’te kurulan Develi’nin İstanbul’daki ilk şubesi, 1966’da Samatya’da açılan bu dükkan. Karşısında ise İkinci Bahar dizisinin başarısından sonra açılan, dekoru ve duvarlarındaki fotoğraflarla dizinin anısını yaşatan Ali Haydar İkinci Bahar isimli kebapçı. Ali Haydar’ın hemen yanında ise mahallenin başka yerde şubesi olmayan şarküterisi Namlı. Biraz yürüyelim, karnımız acıkınca ayaklarımız bizi bu sokağa geri getirecek nasıl olsa.
Gümüş Yüksük Sokak’taki merdivenleri çıkıp, ana caddede Surp Kevork Kilisesi’ne doğru yürüyoruz. Aya Mina Rum Ortodoks Kilisesi’ni geçince soldaki sokaktan sesler yükseliyor. Özel Şahakyan Noryan Ermeni Lisesi’nin demir kapısının önünden başlayan pazar tezgahları yukarı doğru sıklaşıyor. Bir semti iyi tanımak istiyorsanız pazarına gidin derler. Biz de hiç planda yokken, Cumartesileri kurulan semt pazarının ortasında buluyoruz kendimizi. Her tezgahtan iddialı sesler yükseliyor. Bir pazarcı dünyanın en tatlı portakalını sattığını söylerken, diğeri ayvalarını “pasta gibi” diyerek övüyor. Ufak bir İstanbul trafiği aslında buranın trafiği, araç yerine yaya trafiğinde bekliyoruz sadece. Kalabalığın akışına kapılıp, kendimizi balıkçı tezgahının önünde buluyoruz. “Balıklar bu sene bol, fiyatlar da o kadar az haliyle” diyor balıkçı. Aslında o çinekoplarda gözümüz kalıyor ama tüm gün yanımızda taşıyamayız, “akşam yine uğrayalım” diyoruz acaba biter mi endişesiyle.
Fatih Sultan Mehmet zamanında, Bursa’dan gelen Ermeni ailelerin yaşadığı yer olarak da biliniyor Samatya. Surp Kevork Kilisesi de zamanında Ermeni Cemaati için Patrikhane olarak tahsis edilmiş. Patrikhane’nin yeri değişip Kumkapı’ya taşınsa da önemini yitirmemiş. Kilisenin çanı ile ilgili de bir efsanesi var. Çanın altın karışımı kullanılarak Ruslar tarafından yapıldığı rivayet ediliyor. Çalındığı zaman öyle bir ses çıkarırmış ki, Büyükada’dan duyulurmuş. Bu kilisenin yetimhanesinde büyüyen Kerope Zilciyan’ın bu çanın sesinden etkilenip zil yapmaya başladığı da söylenir.
Kiliseden çıkınca hemen yolun karşısında, sol tarafta ufacık bir dükkan vardır. Dükkanın ufacıklığına bu kadar kitabın nasıl sığdığı ise bir sır. Mahallenin kitapçısı Samatya Sahaf, belki de bulmayı hiç ummadığınız kitapları karşınıza çıkarır. Mahallede hangi diller konuşuluyorsa o dilde yazılmış kitapları burada bulabilirsiniz. Kitapçıyı geçince ise Mimar Sinan’ın Samatya’da bulunun iki eserinden biri Abdi İbrahim Paşa Cami’yi görüyoruz. Yapıldıktan sonra geçirdiği değişimler ile ilk haline uzak olsa da dışarıdan bakıldığında verdiği huzur hala aynı. Mimar Sinan’ın bir diğer eseri ise yolun hemen aşağısında yer alan Ağa Hamamı.
Yolu bilmeden, eski evlerin arasından denize doğru yürüyoruz. Güneş, hafif hafif gösterdiği yüzünü bu defa hiç sakınmadan sunuyor bütün gökyüzüne. Kış güneşinin tadını çıkarmak isteyen herkes meydanda toplanmaya başlamış. Ayaküstü sohbet edenler, yürüyenler, yemek yiyenler, yemek için tercih yapmaya çalışanlar… derken surların arasından Samatya Kapısı’na geliyoruz. Kapının hemen yanında Tarihi Samatya Midyecisi var. Bu dükkan Bizans zamanında sur kapısının karakoluymuş . Midyeci Arap ile yine karşılaşıyoruz. Bizi surların daha iyi göründüğü üst kata çıkarıyor. Surların üstünden bizimle aynı yöne ama sanki farklı bir zamana bakıyor. “Sahilde 200 kayık olurdu akşamları” diyor. “Herkes ne balık tuttuysa onları satar, kendileri de ne kalırsa oturur yerdi etraftakilerle. Şimdi o tahta iskeleler, tekneler kalmadı tabi” diyor. Ve ekliyor, “Asıl Yorgo amca olsaydı o anlatırdı daha detaylı da şimdi yok” diyor biraz hüzünlü.
Sur kapısından çıkar çıkmaz duvarın içine gizlenmiş Arpacı Mehmed Efendi adına 1796 yılında yaptırılan tarihi çeşmeyi görüyoruz. Çeşmenin yanından devam edip İçkalpakçı Çıkmazı’na giriyoruz. Tren istasyonu ile surların arasına sıkışmış bu çıkmaz sokakta yan yana dizilmiş cumbalı evleri izliyoruz, tıpkı eski bir İstanbul fotoğrafına bakar gibi. Pembe kapılı evden bir teyze çıkıyor. Karşılıklı selamlaşıyoruz, “gençler burası çıkmaz” diyor. Biz de gülerek “çıksak nereye gideceğiz ki” diyoruz, “ne güzel bir sokak”.
Eskiden bu trafiğe kapalı çıkmaz sokak, çocukların oyun alanıymış. Saklambaç oynadıklarında istedikleri eve girip saklanırlarmış, kapılar hep açık olurmuş. Kimse de “sen bu eve neden girdin” diye sormazmış çocuklara. Çocuklar da ebe onları görene kadar saklanırmış komşuların evlerinde. Bu sokaktaki evlerin bahçeleri evlerden ayrı. Aradaki sokağın yüksek duvarında, tren istasyonu tellerine sırtını vermiş ağaçlar gölgeliyor sokağı.
Çıkmaz sokağı bitirip yeniden geri dönüyoruz. Bu defa Narlıkapı istikametinde denizi solumuza, deniz havasını da ciğerlerimize alıp devam ediyoruz. Tren yoluna yaslanmış ahşap evlerle dolmuş çıkmaz sokaklar, solda Narlıkapı Çıkmazı, sağda Arap Kuyusu Çıkmazı. Narlıkapı Çıkmazı yürümesi hem zevkli hem de arada gizlenen ahşap evleri ile sürprizlerle dolu. Tren raylarının altındaki merdivenlerden yürüyüp, yolun diğer tarafına geçiyoruz. Solumuzda, bir duvarın arkasından, okyanustaki şamandıra gibi yükselen çan kulesi dikkatimizi çekiyor. Daha önce gördüklerimize hiç benzemiyor. Sokak yine cumbalı evleriyle geçit yapıyor yanımızdan. Kapıları açılıyor, kapılar kapanıyor. Mahallede sanki bir devirdaim hali. Çocuklar bir topun peşinden koşuyor gülerek. Bir diğer grup başka mahalleye maç yapmaya gidecek takımı seçiyor, daha genç olanı elinde tuttuğu topu parmağında çevirirken. Duvarın hemen köşesinde iki kişi sohbet ediyor. Daha ince yapılı, uzun boylu olanı ile göz göze geliyoruz. Açık mı diye soruyorum demir kapıyı göstererek. O da başını sallıyor, “tabi tabi zile basın” diye ekliyor hafif tebessüm ederek. Zile basıyorum. Biraz tereddütlü. Zil içeride yankılanıyor, keskin bir ses çıkıyor ama hiç öyle filmlerdeki gibi duvardaki güvercinler havalanmıyor. Onlar alışmış. Biz alışmak üzereyiz.
Bir daha basıyoruz zile. Yine keskin bir ses yankılanıyor içeriden. İnce yapılı olan yanımıza geliyor bu defa, tanımamışlardır sizi belki ondan açmamışlardır diyor, “bugün ayin yok, ondan ziyaretçi beklemiyorlardır” diye ekliyor. Yanımıza gelip bir de o çalacakken zili kapı açılıyor. Kapıyı açan görevliye “içeriyi gezebilir miyiz?” diye soruyoruz. O da gülümseyerek bizi onaylıyor, içeri davet ediyor. Küçük bir avluya açılan demir kapıdan geçip hemen avlunun köşesindeki ağacın yanından iki üç basamak aşağıya iniyoruz. İçeride öğrenciler var diyor görevli sesini alçalarak. Biz de aynı ses seviyesine inip oradan devam ediyoruz konuşmamıza. Mavi sütunları ve ikonalarıyla sade, küçük ama ferah bir kilise burası. İçeride 7-8 öğrenci var, öğretmenlerinin anlattıklarını dinliyorlar. Aslında Latin kilisesi olan yer aynı zamandan Süryani Katolikler tarafından da kullanılıyor. Samatya Kilisesi olarak bilinen yerin asıl adı Katolik Meryem Ana Kilisesi. Hemen yanından geçen demiryolunu yapan Alman şirketin işçileri için yapılmış. Kilisenin yoldan geçerken görünen, demirden yapılmış çan kulesi de anlamlı oluyor bu bilgiyi öğrendikten sonra.
Samatya Evleri
Kilisenin bulunduğu Hacı Hüseyin Cami Sokak’tan yukarı İmam Aşir Sokağı’na doğru çıkıyoruz. İki ahşap ev birbirine dayanmış yıllara direniyorlar. Hemen ilerisinde ise bu direnmeden kısmen galip çıkmış İmrahor Cami yer alıyor. Diğer adı ile, Studios Manastırı’nın bir parçası olan Vaftizci Yahya Kilisesi. 1486 yılında İmrahor (At Üstadı) İlyas Bey tarafından camiye dönüştürülmüş. İstanbul’da ayakta kalan en eski dini yapı olarak bilinen bu yer 1894 yılındaki depremde çok hasar almış. Caminin minaresi kısmen ayakta. Kubbesi çökmüş. Ama yapıyı gözünüzde canlandıracak tüm temel hala yerinde. Yapıda şuan restorasyon çalışmaları devam ediyor.
Kilise Sokak’tan İmrahor İlyasbey Caddesi’ne çıkarken, çan kulesi ile dikkat çeken yer ise Aya Konstantino Rum Ortodoks Kilisesi. Cadde boyunca yürüyüp tekrar meydana geliyoruz. Hava hafif kararmış, hem dinlenmek hem de içimizi ısıtacak bir şeyler içmek için ara sokakta, hemen Ayanikola Kilisesi’nin karşısındaki Telis Kafe’ye atıyoruz kendimiz. Soba başında çay veya kahve içebileceğiniz, geleneksel dekorasyona sahip bu kafe 20 yıldır burada. Üst katı küçük bir Samatya manzarası sunuyor. Hem kilise bahçesini hem de meydanı görüyor. Bir evin salonu gibi döşenmiş, eski eşyalarla dolu mekanda, huzurla bir şeyler okurken kahvenizi yudumlayabilirsiniz.
Gün boyunca Samatya’ya sık sık gelme sebebimiz olan restoranlara uğradık, özlediğimiz lezzetlerden azar azar tattık. İstanbul’da taze balıkların yanında en iyi Rum ve Ermeni mezelerini tadabileceğiniz restoranlar Samatya’da bulunuyor. Mezeleri ödüllü olan Günbilir’de topik ve balık böreği lezzetliydi. Develi’nin teras katından Samatya Meydanı’nı kuş bakışı izlemek günün her saati çok keyifli. Ali Haydar İkinci Bahar’da özellikle ocakbaşında oturmak ve usta ile sohbet etmek çok eğlenceli. Tarihi Emirgan Kahvesi’nin taburelerinde meydana karşı oturup, hemen yandaki Develi Baklava’dan aldığımız fıstıklı yaprak sarmayı çay eşliğinde yemek ise mahalle ruhunu bize bir kez daha yaşattı. Hem kitabı bırakmak hem de bir Türk Kahvesi içmek için Matya Kafe’ye tekrar uğradık. Samatya’da restoran konusunda seçenek çok ama aralarında rekabet yok. Hepsi akraba, hepsi eş dost. Onlar için yemeğinizi Samatya yemeniz büyük mutluluk, hangi mekanda yediğinizin hiç önemi yok.
Samatya’da günü bitirmek üzereyken telefona bildirim geldi. Rolling Stones 10 yıl aradan sonra yeni bir albüm çıkarmış, Blue & Lonesome. Zilciyan zillerini kullanan ilk rock gruplardan biri olan Rolling Stone’dan tam zamanında bir sürpriz. İlk parçasını açtık Spotify’dan “Just Your Fool”. Samatya’dan uzaklaşırken şarkıdaki tınılar ile yeniden Samatya’ya vardık. Zilciyan Usta’nın 45 numaradaki atölyesine. Sahil yolunda, Sultan Ahmet Camii’nin ışıklarında süzülen martılar kar tanesi gibi görününceye kadar devam ettik, bir yandan Samatya konuşup bir yandan müzik dinlemeye.
Samatya’da Konaklama
Queen Seagull
Yedikule İstasyon Caddesi No:53 Fatih, İstanbul
+90 212 530 30 33
Samatya’ya 850 metre uzaklıkta
Hampton by Hilton Istanbul Zeytinburnu
Prof. Muammer Aksoy Caddesi No:3 Zeytinburnu, Istanbul,
+90 212 340 00 00
Samatya’ya 1,6 km uzaklıkta.
Wyndham Istanbul Old City
Balabanaga Mahallesi, Fethibey Caddesi No: 2 Laleli, Fatih, Istanbul
+90 212 514 90 00
Samatya’ya 3 km uzaklıkta
Mercure Istanbul Topkapı
Merkezefendi Mahallesi, Mevlana Caddesi No 112/1 Zeytinburnu, İstanbul
+90 212 665 75 75
Samatya’ya 3,9 km uzaklıkta
Samatya’da Balık Müzesi
Balık Müzesi
Kocamustafapaşa Balıkçı Barınağı, Kennedy Caddesi Kocamustafapaşa, Fatih, İstanbul
+90 212 587 73 57 –
Kocamustafapaşa Çevre Koruma ve Balıkçılar Derneği başkanı Haydar Deniz’in kişisel girişimi ile 1999’da kurulan Balık Müzesi’nde, sadece Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’de tutulan 350’den fazla balık çeşidi sergileniyor. Müze, Türkiye denizlerini terk eden balıkları, gelecek nesillere tanıtabilmek amacıyla kurulmuş. Haftanın her günü 10:00-17:00 arası açık, giriş ücretsiz.
Samatya’da Alışveriş
Namlı Pastırmacı ve Peynirci
Gümüş Yüksük Sokak No:4 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 585 91 95
Ezine peynir, pastırma, eski kaşar ve Gemlik zeytini denemeye değer.
Samatya Sahaf
Marmara Caddesi No:82/A Samatya, Fatih, İstanbul
Sahaf dükkanında Türkçe, Ermenice, Kürtçe, Rumca ve İngilizce yazılmış yaklaşık 1500 eski kitap bulunuyor.
Tarihi Merkez Pasta Fırını
Org. Abdurrahman Nafiz Gürman Caddesi, No: 122 Samatya, Fatih, İstanbul
+90 212 585 13 25
Kurabiyeleri, galetaları ve ekleriyle ünlü fırın 1951’den beri Samatya’da.
Yunus Balıkçılık
Büyük Kuleli Sokak No: 40 Samatya, Fatih, İstanbul
+90 212 587 62 10
Develi Baklava
Gümüş Yüksük Sokak No:7 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 512 12 61
Fıstıklı yaprak sarma ve havuç dilimi paket yaptırıp eve götürmeye değer.
Samatya’da Yeme – İçme
Tarihi Samatya Midyecisi
Çelikçi Sokak No:4 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 531 213 55 70
Samatya’da Midyeci Arap olarak tanınan Mehmet Ali Çetin’in mekanında midyeler, günlük olarak Rumeli Kavağı’ndan geliyor.
Günbilir Balık
Eski Kulluk Sokak No:18 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 529 26 45
Mezeleri ödüllü olan bu restoranda, meşhur Ermeni mezesi topik ve balık böreği mutlaka denenmeli.
Cihan Derya Balık
Büyük Kuleli Sokak No:67 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 588 05 10
Hem balıkçı hem restoran olan bu mekanda, günlük, taze balıklardan alıp eve götürebileceğiniz gibi, dilerseniz seçtiğiniz balığı sizin için pişirip servis edebilirler.
Develi
Gümüş Yüksük Sokak No:7 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 529 08 33
Kebapları ile meşhur olan mekanda bizim favorilerimiz; yuvalama, abagannuş, pastırmalı humus ve çiğ köfte.
Ali Haydar İkinci Bahar
Gümüş Yüksük Sokak No:6 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 584 21 62
Matya Kömürde Balık
Gümüş Yüksük Sokak No:10 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 530 558 22 31
Sarıgül Balık
Büyük Kuleli Sokak No:58 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 587 66 47
Küçük Ev Balık
Büyük Kuleli Sokak No:47 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 588 51 01
Forsa Balık
Akıncı Sokak, No 2/A Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 586 70 70
Çapana Balık
İçkalpakçı Sokak No 7 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 537 264 16 27
Antik Balık
Büyük Kuleli Sokak No:52 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 529 62 64
Sedir Balık
Büyük Kuleli Sokak No:59 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 212 530 05 90
Telis Kafe
Muallim Fevzi Sokak, No 74 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 533 652 97 59
Matya Kafe
Tütüncü Sokak, No 14 Samatya, Fatih, Istanbul
+90 530 558 22 31
*Bu yazımız ve fotoğraflar Sky Life Şubat 2017 sayısında yayınlanmıştır.
Matya Kafe, Samatya
14 comments
Merhaba Samatya’yı çok seviyoruz. Çocukluk yıllarımın geçtiği en güzel yer Samatya’dır. esnaf dükkanlarını çok özledim.
Samatya bölgesini küçüklüğümden beri severim zaten tarihçi olduğum için ilgim var bu bölgeye .Tesadüfen sayfayı gördüm yüzeysel değil çok iyi anlatılmış tebrik ediyorum.
Bunu sizden duymak çok güzel, çok teşekkür ederiz :)
En guzel yer – harika!
Harika bir yer :)
kesinlikle :)
tren garındaki o müthiş midyeciyi aradı göxlerim kareler arasında
Çocukluğum Narlıkapı’da geçti, bu güzel anlatımınızla o hoş yıllara bir yolculuk yaptım. Elinize, Yüreğinize sağlık, sevgiler…
çok mutlu ettinizi bizi Feridun bey, çok teşekkürler
Mükemmel bir yazı. Kaleminize, gözünüze, gönlünüze sağlık. Sayesinde kalkıp gittim bugün Samatya’ya, hiç gezmemişim öylece sokaklarında. Çok iyi geldi. :)
4 yaşında taşınmıştım Samatya ya evimiz Meryem Ana kilisesi ne çok yakındı şimdi tekrar dikkat ettim de ne kadar güzel miş Samatya şimdi ise bir beton yığının içinde saçma bir sitede oturuyorum
çok haklısınız, tarihi mahalleleri sık sık ziyaret etmek, mümkün olduğunca vakit geçirmek gerekli.
Türkiyede gezilecek yerlerden bir yer kısmet olursa bende kısa zaman sonra burayı gezmek isterim. Böyle güzel yerlerin tanıtımını yaptığınız için sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
yazılarınızın başına – sonuna – bir yerine – yayınlanma tarihini eklerseniz çok seviniriz efenim. iyi çalışmalar.