Sirkeci Garı’nda dolaşırken Wes Anderson film setinde dolaşıyor gibi hissediyoruz kendimiz.
1883’te Paris – İstanbul arası sefer yapmaya başlayan Orient-Express (Şark Ekspresi) ile İstanbul’da son durak olan Sirkeci Garı’nın önemi artmış. Eski gar binası yerine görkemli ve İstanbul’un sembolü olacak bir tren garı yapılmasına karar verilmiş. O dönem oryantalizmi incelemek için İstanbul’a gelen Alman mimar August Carl Friedrich Jasmund, sipariş üzerine Sirkeci Garı için proje tasarlamış ve projenin beğenilmesiyle birlikte garın mimarı olmuş. Jasmund sonrasında II. Abdülhamit’in gözüne girerek sarayın mimari danışmanı olmuş.
Sirkeci Garı’nın cephesinde granit, mermer ve Marsilya’dan getirilen kırmızı taşlar kullanılmış. Oryantalist üslup, İstanbul’u yansıtmaktan ziyade, Avrupalıların o dönem zihninde bizi bağdaştırdığı pek çok egzotik fikri de beraberinde getiriyordu.
Sirkeci Garı’nda farklı mimari özellikleri bir arada görüyoruz, devrin seçmeci anlayışını fazlasıyla yansıtıyor. Cephelerdeki tuğla kemerler, sivri kemerli pencereler, bitki motifli vitray kaplı yuvarlak penceler, saat kuleleri, tasarımı Anadolu Selçuklu mimarisindeki taç kapıları çağrıştıran büyük kapılar… Birinci ve ikinci mevki yolcuları için bekleme salonları, emanet ve bagaj ofisleri, bira bahçesi, restoranlar… O günlerden neler kaldı derseniz neredeyse hepsi. İçeride dolaşırken biraz hayal kurmanız yeterli.
Sirkeci Tren Garı’nda çektiğimiz daha fazla fotoğrafı Instagram hesabımızdaki “İstanbul” hikaye albümünde paylaştık. Hikaye albümünü görmek için lütfen tıklayın.