Deniz durgun, günün ilk saatleri. İki üç tayfa güvertede güneşin nereden doğacağını tartışıyor. Gelinen toprak yeni, gelinen topraklar taze. Daha öncesinde hiç görmedikleri bir ihtişamın silüeti …Sanki tepenin üstünden bir dev uyanıyor, Ayasofya’nın kubbesi beliriyor, biraz puslu. Önünde boylu boyuna uzanan bir yol. Yol’un açıldığı masalsı bir yapı. Ağzına kadar anfora dolu gemi gece yatısına kalmış misafir gibi ses çıkarmadan ağır ağır ilerliyor. Kaptan, güneşten de erken aydınlanmış. Üzüm suyunu karıştırıyor gündüz düşüne. hiç arkasına bakmadan sesleniyor. Kır bi amfora daha, Konstantinopolis duysun geldiğimizi. İnce, kara kuru bir çocuk geliyor altlardan, elinde amforayla. Kaptana uzatırken, hazır yeri gelmiştir diyor, sıkılarak da olsa soruyor. Orası neresi kaptan? Kaptan, zirvesi karlı, sıradağlar gibi uzanan kaşlarını kaldırıyor önce. Çocuğun gösterdiği noktaya netlemek için gözlerini kısıyor. Ha orası mı? Orası dünyanın merkezi. Orası Sacrum Palatium.
Büyük Saray Mozaikleri Müzesi – Giriş
Sacrum Palatium ya da bizim bildiğimiz adıyla Büyük Saray. Kaptanın söylediği, dünyanın merkezi dediği bu yapı artık yerinde olmasa da ihtişamını hayal etmemizi sağlayacak ipuçları hala tarihi yarımadada sizi bekliyor. Bunlardan biri Büyük Saray Mozaikleri müzesi. Sultanahmet Meydanını geçince, caminin hemen yanındaki merdivenlerden aşağıya doğru, Arasta Pazar’a ulaşıyorsunuz.Arasta Pazar’ın içinden devam edip sonuna doğru ilerlediğinizde ise, sol tarafta sizi mozaik müzesine yönlendiren levhasını göreceksiniz. Görmezseniz de çok sorun değil. Biz görmemiştik. Biraz ileride Müze’nin çıkış kısmına geldik. Orada sizi “giriş 50 metre geridedir” levhası karşılıyor.
Müze, Büyük Saray’ın ortası açık sütünlu avlusunun üzerine, mozaik zemini içine alacak şekilde inşa edilmiş. Mozaiklerin bulunduğu bu avlu (peristil) Jüstiniyen zamanında (M.S 527 – 565), avlu yenilenirken yapıldığı tahmin ediliyor. Tarihlendirme yapılırken mozaiğin altındaki izolasyon tabasında kullanılan kırık amfora parçalarından faydalanılmış (Zeminde bulunan Gazze amforası denilen -bir çeşit şarap, zeytin yağı taşımak için kullanılan antik dönem testisi – amforaya ait seramik parçaları 5. yüzyılın son dönemlerinde, Necef Çölü’ndeki vahalarda yetiştirilen üzümlerden yapılan şaraplar, tüm Akdeniz’e bu amforalarla taşınırdı.)
Yüzey alanı 1872 m2′yi bulan yerin 180 m²’lik bölümü ortaya çıkarılmış. Mozaik taşları ortalama 5 mm. ebatlarında, kireç taşı, pişmiş toprak ve renkli taşlardan oluşmakta. Bu detaylar sadece zihninizde canlanacak sahne için hazırlık niteliğinde.
Daha önce bu müzeyi niye ziyaret etmediğimi inanın bilmiyorum. Hakkında duyduğum “çok küçük bir yer, sevimli, şöyle bir bakıp çıkarsınız” yorumlarının orayı anlatmaktan ne kadar uzak olduğunu gidince anladım. Tarihi mekanlara olan merakım sayesinde oldukça fazla müzeye, ören yerine girip saatlerce çıkamamışlığım vardır. Köşe de kalmış antik kentlere bile gitmek için Oylum’la birlikte kaç kilometre yol yapmışızdır belli değil. Ama burnumuzun dibindeki bu yeri bu zamana kadar es geçmemiz benim hatam. Hata ben de olduğu kadar Müzenin tanıtım konusunda da eksikliği fazla. Müze çıkışında, kitap ve kartpostal alırken beş dakikalığına da olsa görevli arkadaşla sohbet ettik. Yaz Sezonunda müzenin aylık ziyaretçisi 300-350 kişiymiş. Kış sezonunda bu sayı 50’lere düşüyormuş. Ziyaretçilerin %95’i de yabancıymış. Müze dükkanında türkçe kitap satılmıyor. Sebebini sorduğumda görevli “Buraya neredeyse hiç Türk ziyaretçi gelmiyor ki” dedi (daha tatmin edici bir cevap olamazdı)
Sergilenen mozaikler hem sanatsal açıdan hem de o döneme ait anlattığı hikayelerin çeşitliliği açısından muhteşem. Zeugma Mozaik Müzesi‘nin büyüklüğünde değil elbette ama müzeden ayrılırken bizde bıraktığı tat aynıydı. Detaylar içinde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. En az 1 saatinizi bu sihirli mekana teslim etmenizi öneririm. Anlatacak o kadar şeyi var ki, bıraksanız günü orada bitirirsiniz. Mozaiklerin ilginç yanı ise (şimdiye kadar hiç karşılaşmamıştım) dini motiflerin hiç kullanılmaması. Daha çok anlatılanlar o dönemin günlük hayatı ve mitolojik masal tasvirlerinden oluşuyor. Çıkarılan mozaik levhalarında 150 insan ve hayvan figürü kullanılarak anlatılmış, 90 farklı tema var. Müze içinde yer alan bilgi yazılarında da bu temaların bir çoğu açıklanmış.
Kanatlı Kaplan: Başı, bacakları ve kuyruğu kaplana benzeyen bu yaratığın, belirgin meme uçları sebebiyle dişi olduğu anlaşılmaktadır. Hayvanın iki büyük kanadı ve kafasında bir çift boynuzu vardır. Kaplanın ağzında, dişlerini geçirdiği koyu yeşil kertenkele vardır. Kertenkele, uyuşukluk ve tembelliğin sembolüdür. Natürmort resimlerde kötülüğün sembollerinden biridir. Kaplanın kanatlı ve boynuzlu olması -büyük ihtimal- Güç ve Kuvveti simgelemekte. Dişi olması ise yeniden doğuşun, hayat verişin sembolü olabilir.
Aslan ve Fil dövüşü: Mozaikleri incelerken buna benzer sahnelere oldukça sık rastlıyorsunuz. Hayvan-İnsan dövüşleri haricinde hayvanların birbirleri ile olan dövüşleri de sahnelenmiş. Detaylar hiç atlanmamış. Yakından baktığınız zaman sızan kanları ve yaraları açıkça görüyorsunuz. Antik Roma’da fil sağduyu ve bilgelik sembolüdür. Roma’nın zafer kortejlerinde de sıkça kullanılırdı. Kükreyen ya da saldıran aslan ise kibir ve acımasızlığı ifade eder. Hayvanların mozaik içindeki durumları verdikleri mesajı etkiler. Sadece uzanarak ya da oturarak duran bir aslanın güç ve kudreti temsil etmesi gibi. Burada da anlatılmak istenilen sıradan bir vahşi yaşam sahnesinden çok iyi-kötü savaşı olabilir. Çünkü Erkek aslan tek başına avlanmaz, bunun için çok zor durumda ve aç olması gerekir. Böyle bir durum sözkonusu olsa bile bir file tek başına saldırmaz. Zaten kuvvetsiz ve aç olduğu için daha kolay avların peşine düşecektir.
Kartal ile yılan: Kartal ile yılanın mücadelesi, antik döneme ait eserlerle oldukça sık rastlanan bir temadır ve ışığın karanlığı yenmesini sembolize eder. Kartal uçan hayvanların en görkemlisidir. Hızlı, güçlü ve bağımsızdır. Aynı zamanda acımasız olan kartal, ne zaman ne yapacağı tahmin edilebilir değildir. Kartal figürüne tarihin farklı dönemlerinde farklı anlamlar yüklenmiştir. Antik dönemde tanrıların sembolü olan kartal, Orta Çağ’da zalimliği simgelerdi. Politik bir simge olarak ise (Mozaik, Büyük Saray avlusunda kullanıldığı için) güç, egemenlik ve zaferin sembolüdür. Roma imparatorluğunun da sembolüdür. İmparatorluğun doğuya ve batıya genişlemesinden sonra çift başlı kartal olarak karşımıza çıkar. Aslında I.Konstantin kartal yerine imparatorluğun simgesi olarak haç kullanmayı tercih etmiştir. Bu mozaikte ise hikayelerdeki figürlerin, imparatorluğun sembolleri farklılaşsa da değişmediği görülüyor.
Büyük Saray Mozaikleri Müzesi bunlar gibi o döneme ait daha çok hikaye barındırıyor. Yaşamın tarihin bu kısmında kalmış bölümlerine bakmak oldukça ilham verici. Bu kadar tarihi zenginliğin içinde, piyangodan çıkan ikramiyeden haberi olmayan biri gibi dolaşmak da çok akıllıca değil. Müze Pazartesi hariç her gün 09-18 arası ziyarete açık. Giriş ücreti tam: 10 TL. Müzekart ile yılda 2 defa ücretsiz ziyaret edebilirsiniz. Müze iletişim bilgileri için > Ayasofya Müzesi .
1 comment
Çocuklarımla ilk defa 2011 senesinde gitmiş çok beğenmiştik.
sonraki yıllarda da mutlaka her sene gittik. Çocuklar her yıl farklı bir bakış açısı ve farkındalıkla görmekten mutlu oluyorlar burada
Detaylı bilgilendirme yazınız için çok teşekkürler
http://cocuklagezerizbiz.wordpress.com/2011/03/27/istanbul-buyuk-saray-mozaikleri-muzesi/