Lake Nakuru National Park, Kenya’ya giden herkesin mutlaka görmesini tavsiye edeceğimiz ama bu kısma özellikle dikkat edin, Masai Mara’dan “önce” görmesini tavsiye edeceğimiz bir yer. Hatta vahşi yaşam hayranları olarak Kenya’da gördüğümüz yerler arasından, başlangıç seviyesinden uzmana doğru bir sıralama yapacak olursak, önce Nairobi National Park, sonra Nairobi Animal Orphanage yani yetimhane, sonra Lake Nakuru, sonra Naivasha ve en son Masai Mara görülmeli, tabi her gördüğünüzden bir öncekinden daha fazla etkilenmek istiyorsanız. Biz tüm bu keşiflere Masai Mara ile başlayarak bilmeden yanlış yaptık. Yanlış derken, Nakuru’yu gezerken sürekli “ah nerde Masai Mara, eh işte Nakuru” önlenemez kıyasından bahsediyorum. Biz kendi beklentilerimize göre en iyisini Masai Mara’da görünce, Nakuru’da kaldığımız otel de, ulusal park da bize yetmedi. Şimdi aradan zaman geçince, gittiğimiz her yer, yaşadığımız her bir an olağanüstü bir tecrübe ve sihirli geliyor. Bu büyülü toprakları umarım tekrar görebiliriz.
Waterbuck, en büyük antilop türü. Benim için en belirgin özelliği bembeyaz popolarıydı. Raphael her görüşte Kenyalı aksanı ile “vootıbag”diye gösterdikçe, ben de heh işte bizim “beyaz kıç” buradaymış diyordum. Aşağıdaki fotoğrafta Onur, Pelikan arkadaşlarıyla oynarken.
Nakuru Gölü ve çevresi 1957’de koruma altına alınmış, 1961’de ise Ulusal Park ilan edilmiş. Flamingolar ve hem beyaz, hem de siyah gergedanlar için önemli bir koruma alanı. Lake Nakuru, Kenya’nın 23 ulusal parkı arasında en önemli birkaç tanesinden biri. Nakuru, Masai dilinde toz-tozlu anlamına geliyor.
Nakuru Gölü, deniz seviyesinden 1754 metre yükseklikte, sodalı sularında kuşların bayıldığı yosunlar yaşayan, tahminlere göre 2 milyona yakın flamingonun evi ve fil hariç hemen hemen bütün vahşi yaşamı barındıran bir coğrafya. Nakuru Gölü Ulusal Parkı ise bu göl ve çevresinde yaşayan hayvanların tel örgülerle çevrilmiş, korumaya alınmış kısmı. Masai Mara’dan sonra tel örgü görmek bizi elbette şoka sokmuştu, düşünsenize beğendiği gibi taze ot bulmak için her yıl pasaportsuz-vizesiz Tanzanya’ya girip çıkan hayvanlar, burada isteseler parktan çıkıp Nakuru köyüne bile gidemiyorlar. Masai Mara’yı görmeyenler “eee ne var bunda, tabiki tel olacak” diyebilir, öyle değil ama, insan iyiye ve güzele, kendi için hayal ettiği siyasi sınırları olmayan dünyaya öyle çabuk alışıyor ki…
Masai Mara’da gece uyurken vahşi bir hayvan tarafından öldürülürsek, işletmeyi sorumlu tutmayacağımıza dair sevimli bir kağıt imzalamıştık, çadırımızın etrafında ne çit ne tel örgü yoktu. Gece boyunca bizi bekleyen silahlı bir Masai vardı, diğer taraftan da akşam ne yemek istersiniz diye soran bir aşçımız vardı . Masai Mara’da yaşadığımız deneğimin detaylarını ayrıca Onur da ben de anlatacağız. Ama Masai Mara’dan sonra birden tel örgülü, güvenlikli, açık büfeli, otelimsi bir kampa gelince hem dudak büktük hem de içten içe gece rahat bir uyku çekeceğimiz için sevindik :) Bizim kaldığımız Flamingo Hill Camp iyi bir tercihti, gidecek olursanız kesinlikle tavsiye ederiz.
Nakuru’da iki gün geçirdik. Her an tel örgüyü görmüyor olsanız bile, doğal bir alanda değil de parkın içinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Yine de her an bir aslan, bir antilop yiyebilir, tel var ama vahşi yaşama başka bir müdahale yok. Masai Mara’da toprak yolda giderken, çalıların arasında bir şey görüp, neymiş o diye off-the road savanaya dalabiliyordunuz. Burada yasak, bir nevi Universal Park turist otobüsünde gibi bir yolu izliyorsunuz, hayvanlar da yol kenarında sanki hayvanat bahçesiymiş gibi kendilerine yer edinmişler,park içinde özgürler sonuçta ama resmen orayı beğenmişler, sırayla aralarından geçiyorsunuz.
Biz turla gitmeyip, herşeyi kendimiz ayarladığımızdan araçta sadece Onur ve ben vardık, fotoğraf çekmek istediğimiz Raphael’e sesleniyorduk, başka şey görünce devam ediyorduk. Nakuru’da ilk kez bizim 2 kişi dolaştığımız araçlarda 8-10 kişinin gezdiğini görünce baya şaşırdık, insanlar aracın üstündeki tenteli pencereden fotoğraf çekebilmek için araç içinde sıra bekliyordu, sırayla tele objektifleri yaslayıp 2’şer 2’şer fotoğraf çekiyorlardı. O an henüz İstanbul’da havalimanındayken, Nairobi uçağını beklerken elinde listeyle yanımıza gelen 3 farklı tur rehberini hatırlıyorum, sonuncu rehber artık öfkelenmişti, “Nee! Bizim turdan da mı değilsiniz, kendiniz mi gidiyorsunuz, delirdiniz herhalde”. Durup dururken üzerimize korku salan ve acaba hata mı yaptık dedirten insanları, birkaç gün sonra sıkış tıkış görünce, bir de üstüne Masai Mara’da ölmemiş olmanın verdiği özgüvenle bir rahatlama hissettik, gidelim biz Raphael’cim, burası kalabalık oldu.
Lake Nakuru denince ilk aklıma gelenler Onur’un pelikanları kovaladığı an, neredeyse bir tam gün leopar arayıp hiç ama hiç göremeyişimiz, beyaz gergedan ve yavrusu, domuz ve punkçı yavruları,”out of africa” noktası ve fotoğraflarına yer verdiğimiz her bir harika hayvan.
Kenya’yı, Masai Mara’yı, Nairobi ve Naivasha’yı anlatmaya devam edeceğiz. Umuyorum yakında tekrar gider, daha fazla anlatacak şey biriktiririz.
Tüm fotoğraflara VSCOcam K1 filtre uyguladık.
3 comments
Çok güzel fotoğraflar. Henüz fırsatım olmadı ama mutlaka bir gün fotoğraf çekmeye gideceğim yerlerin başında geliyor.
Bu harika yazı için çok teşekkürler. 2 ay sonra Kenya’ya gidiyor olacağım ve Lake Nakuru’yu programa dahil edip etmemek konusunda benim açımdan çok aydınlatıcı oldu. Burcu
Teşekkürler, bunu duyduğumuza çok mutlu olduk :) Şimdiden iyi tatiller, müthiş maceralar dileriz :)