Hititler, Hattuşa ve Alacahöyük Rehberi
Cumartesi ve Pazar günlerinizi MÖ 13.yy’dan kalanları keşfetmeye ayırmak ister misiniz? Biraz uykusuzluğa katlanırsanız, fazlasıyla zihin açacak olan bu 48 saatlik Hititlerin İzinde Çorum ve Ankara rotamızı herkese tavsiye ederiz.
Biz Cuma gece 01:00’de İstanbul’dan yola çıktık. Cumartesi sabah 09:30’da Hattuşa (Boğazkale) muhtarıyla sohbet ediyorduk. Yanımıza yerel bir rehber alıp önce Hattuşa’yı eksiksiz gezdik, Hititlerin açık hava tapınağı Yazılıkaya’yı ve Sfenkslerin orjinalini görmek için Boğazkale Müzesi’ni gittik. Alacahöyük köyüne gidip Hititler’den de önce yaşayan Hattiler’den kalanları Alacahöyük kazı alanı ve müzesinde gördük. Şifalı suyunu içtikten sonra Çorum merkeze, Katipler Konağına meşhur çatal aşı çorbasını içmeye gittik. Ünlü Çorum Saat Kulesi’nin etrafında dolaştıktan sonra Çorum Müzesi’ni gezdik. Müze çıkışı taze kavrulmuş sıcacık Çorum leblebisi alıp, geceyi geçirmek için Ankara’ya yola koyulduk, 21:20’de Ankara’daydık. Tabi ki o kadar yorulmuştuk ki, otele girer girmez bayıldık. Hititler’in peşinde büyüleyici bir gündü. Cumhuriyet’in başlangıcında yapılan kazılardan çıkan her şey o dönem Ankara’ya gönderildiğinden, Pazar günü Ankara Medeniyetleri Müzesi’ni Hititler için özel olarak gezerek Hititleri tanımak için yaptığımız bu seyahati taçlandırdık. Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Çengelhan Rahmi Koç Müzesi ve Erimtan Müzesi yan yana. Tam bir Müzeler Adası. Ankara’dan ayrılmadan önce doğru Resim ve Heykel Müzesi ile Etnoğrafya Müzesi’nin yolunu tuttuk. Sanat ve tarihe doyduktan sonra İstanbul’a dönüşe geçtik. Pazar gecesi evdeydik. 48 saatte 2 şehir, 3 antik kazı alanı, 5 müze gezmiştik.
Hititler
Hititler Anadolu topraklarında kurulan ilk devlettir. Hititler MÖ 2000 yıllarında Anadolu’ya geldiklerinde, Anadolu’da Asur Ticaret Kolonileri ve Hattiler yaşıyormuş. Anadolu’da bilinen ilk kavim, şehir devletleri şeklinde yaşayan Hattiler’in doğudan geldikleri düşünüyor. Hititlilerin ise yine dillerinden dolayı batıdan geldikleri. Hititliler göçebe savaşçı bir toplum. Anadolu’ya geldiklerinde Hatti uygarlığının tüm kültürel yapısını benimsiyorlar. Ve imparatorluğu bu kültür üzerinden inşa ediyorlar. Hititler’in diğer savaşçı toplumlardan bir farkı da ele geçirdikleri yerlerin tanrılarını benimsemeleri. Hatta başkentleri Hattuşa için 1000 tanrılı şehir denirmiş. Hititler Anadolu’ya gelip Hatti uygarlığı ile bütünleşince Kızılırmak Nehri’nin doğusunda çok gelişmiş bir hukuk sistemi ile devletlerini kurmuşlar. MÖ 1660 yıllarında Kral I.Hattuşili devrinde kurulan Hitit Krallığı, MÖ 1460’da Kral II.Tuthaliya döneminde dev bir imparatorluğa dönüşmüş. Hitit Uygarlığı MÖ 1190’lara kadar Uygarlıklar Ülkesi olarak yükselişini sürdürürken, sonrasında Batı’dan gelen barbar saldırılarla dağılmış. Ülkesini terk etmek zorunda kalan Hititler, Güney ve Güneydoğu Toroslar’da Geç Hitit Krallıkları’nı kurmuşlar, MÖ 700’deki Asur saldırısına kadar varlıklarını sürdürmüşler. Hititler hakkında daha fazla bilgi için Muazzez İlmiye Çığ’ın “Hititler ve Hattuşa – İştar’ın Kaleminden” kitabını ve Uranüs yayınlarının “Hitit Uygarlığı İzinde Anadolu” kitabını okumanızı tavsiye ederiz. Bizim için harika rehber oldular.
İstanbul’dan Hititlerin Başkenti Hattuşa’ya gidiş
Bolu – Ankara – Kırıkkale üzerinden yol 645 km. (E80) Gece 01:00’da yola çıktığımız için trafik yoktu. 7,5 saatlik bir yol normalde, molalarla bizim Hititlerin Başkenti Hattuşa’ya varmamız 8,5 saat sürdü.

Hattuşa, Hattusaş, Boğazkale, Boğazköy… Tüm bu isimler karışıklık yarattığı için köyün isminin de Hattuşa olarak değişmesi için başvuruda bulunulmuş. Biz de sadece Hattuşa ismini kullanacağız.
Hattuşa Ören Yeri
Hitit başkenti (MÖ 17.yy – MÖ 13.yy) Hattuşa’ya vardığımızda sabah 09:30’du. Araçla Hattuşa Ören Yeri girişine yaklaştığımızda, üzerindeki tabelada “Muhtarlık – Free Information” yazan, şirin tek katlı bir evden, güler yüzü bir bey çıktı, eliyle durun diye bize işaret etti. Hemen park ettik, arabadan indik, tanıştık. Normalde her biri dur dediğinde aracı park edip, arabadan inmiyoruz tabi. Sadece yıllardır antik kentleri ve ören yerini geze geze öğrendiğimiz bir şey bu. Zaten azıcık insan var gönlünü arkeolojiye kaptırmış, biri dur dediyse durmak, tanışmak, anlatacaklarını dinlemek lazım. Muhtar bize çok şey anlattı, eşi çay ikram etti. Bize içeride gönüllü rehberlik yapabilecek birini çağırdı. Hattuşa ile ilgili kitap vardı içeride, gezerken okumak için aldık. Hitit desenleri içeren bir de el dokuması halı vardı, köyün genç kızları dokuyormuş, satışlar köye bağış oluyormuş, dayanamadık onu da aldık. Araba ile seyahate çıkmanın en avantajlı taraflarından biri eşya taşımamak olsa gerek. Halıyı attık hemen bagaja.

Hattuşa, 1834 yılında Charles Texier tarafından keşfedilmiş. Texier bulduğu şehrin Trokmilerin başkenti Tavium olduğunu düşünmüş. Çizimleri görüp daha sonradan gelen kaşifler ise bu şehrin İranlı Medlerin kurduğu Pteria olduğunu savunmuş. Burasının Hitit başkenti Hattuşa olduğu ancak 1906’da yapılan araştırmalarla ortaya çıkmış. 1906’da İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden Theodor Makridi Bey ve Asur uzmanı Hugo Winckler’in yaptığı çalışmalarda, Mısır Firavunu II. Ramses ve Hitit Kralı III. Hattuşili arasındaki mektupların çevrilmesiyle, bu şehrin Hitit Başkenti Hattuşa olduğu kesinleşmiş.

Hattuşa, 1986’dan beri UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde.
Hattuşa Ören Yeri içinde arabayla geziliyor, tepeye yayılmış koca Hitit başkentini yürüyerek gezmek çok zor. Çorum’da konaklayacaksanız Hattuşa’yı yürüyerek keşfedecek zamanınız olacaktır ama bizim gibi bir hasta sonu planı yaptıysanız, tavsiyemiz zamanı iyi kullanmak için kesinlikle arabayla dolaşmanızdır. Hattuşa dış surları içine kuzeybatıda bulunan Aşağı Şehir kapısından giriş yapılıyor. İçeride bir gezi yolu güzergahı var, yolu takip ederek sırasıyla Büyük Tapınak, Aslanlı Kapı, Yer Kapı, Kral Kapı ve Büyükkale önünde park edebiliyorsunuz. Yol sizi tekrar çıkışa kadar götürüyor.
Hattuşa Ören Yeri 15 Nisan – 2 Ekim 08:00 – 19:00 arası, kışın 08:00-17:00 arası açık, giriş 8 TL, Müze Kart geçiyor.
Hattuşa Örenyeri’nde Gezilecek Yerler
Büyük Tapınak (MÖ 14.yy)
1 No’lu Tapınak tabelasını görüp park ettik. Tapınak giriş yoluna doğru yürürken gördüğümüz 5,5 m uzunluğundaki Aslanlı Tekne oldukça ilginçti, bugün hala ne için yapıldığı anlaşılamamış.
Büyük Tapınak’da iki büyük kült odası olduğu için, tapınağın Hatti ülkesinin Fırtına Tanrısı ve Arinna şehrinin Güneş Tanrıçası’na adanmış olduğu düşünülüyor. Büyük Tapınak 14.500 m2’lik bir alana yayılmış. Tapınaktaki üstü açık avlularda ayinler ve kurban törenleri yapılırmış. Tapınak çevresindeki depo odalarında ayinlerde kullanılan kültler ve erzaklar saklanırmış. Tahıl, şarap ve yağ deposu da olarak kullanılırmış.

Tapınağı çevreleyen depo alanları çok katlıymış, toplamda 200 kadar depo odası olduğu düşünülüyor. 1907 yılında yapılan kazılarda, burada çivi yazılı tabletler bulunmuş. Tapınak odalarında depolanan tüm malların kaydı tutuluyormuş. Buradan Hattuşa’nın giriş kapısı ve restore edilen surlar oldukça net görünüyor.

Büyük Tapınak’a girdikten sonra hemen solda gördüğümüz Yeşil Taş, Frodo’nun yüzüğü gibi kulağımıza yaklaşmamızı fısıldadı. Bu taşın ne olarak kullanıldığı hala tespit edilememiş. Ancak kutsal olduğuna inanılan bu yeşil taş, dünyada bilinen en büyük tek parça yeşil taşmış. Mısır’da bulunduğu ve II.Ramses tarafından hediye edildiği düşünülen taş kaynaklarda “dilek taşı” olarak geçiyor. 3600 yıldır taşın üzerine sol elini koyarak bir dilekte bulunanlar, dileğinin gerçekleşmesini umuyor. Sürekli dokunulduğu için yüzeyi aşınarak parlaklaşmış. Dokunmaya kıyamadık, dileğimizi dokunmadan içimizden geçirdik.
Büyük Tapınak’ın da bulunduğu Aşağı Şehir’den ayrılıp Yukarı Şehir’e doğru ilerledik.
Aslanlı Kapı (MÖ 14.yy)
Hattuşa’ya yola çıkarken aklımızdaki en güçlü imgelerden biriydi bu aslan tasvirli kapılar. Aslanlı Kapı Hattuşa’nın güneybatısında. Ağzı açık olarak tasvir edilen aslanlar, kötü ruhları korkutmak ve şehirden uzak tutmak için yapılmış. Geçmişte uzaktan korkutucu görünmesi için aslanların gözlerinin içinde obsidyen taşı varmış. Obsidyen siyah cam gibi bir taş olduğundan, hem ışığı hem de gece kullanılan meşaleleri yansıtıp aslanların gözlerinin yanıyormuş gibi görünmesini sağlarmış.

Kapının üst kısmı yıkılmış, soldaki aslan yüzü ise neye benzediğini anlamamız için restore edilmiş. Ancak bu haliyle de oldukça etkileyici. Bulunan tabletlerde, giriş-çıkışları denetlemek için kapıların akşam mühürlenip kapatıldığı, sabah ise mühürlerin kontrol edilip açıldığı yazıyor.
Yerkapı (MÖ 14.yy)
Şehrin güneyindeki Yerkapı tabelasını görünce arabayı tekrar park ettik. Burası aynı zamanda Hattuşa’nın en yüksek noktası. Yerkapı’dan kuzeye baktığımızda tüm Hattuşa’yı görebiliyorduk. Manzaranın tadına vardıktan sonra arkamızdaki basamakları çıktık.

Hemen önümüzde duran tünelin giriş kapısı fazlasıyla gizemli görünüyordu. 3500 yıl önce örme taşlarla yapılan tünelin içinden yürüyecek olmak insanı heyecanlandırıyor. İnsan ister istemez ” yıkılmaz değil mi ?”diye düşünüyor, sonra iç ses telkin ediyor, “3500 yıldır yıkılmamış”. 70 metrelik tünelin diğer ucundan sızan ışığına doğru yürümeye başladık. Tünelin diğer ucundaki kapıdan çıktık, bu kapı daha da masalsı görünüyordu.

Tünelden çıkmamızla kendimizi piramidin altında bulduk. Evet yanlış duymadınız, piramit! 35 derece eğimli, 80 metre genişliğinde 15 metreye yükselen bir piramit. Hattuşa o kadar görkemli bir şehir ki, savunma için yaptıkları surlar, bu yığma toprak ve taşlar aynı zamanda bir güç gösterisi.

Piramidi oluşturan beyaz taşlar, Hattuşa’nın beyaz sırtının çok uzaklardan bile görünmesini sağlıyor. Yerkapı’ya tünelden yürüyerek girmek, piramidin altında dolaştıktan sonra piramidin basamaklarından yukarı çıkarak şehre geri dönmek iyi bir rota oldu. Bu şekilde Sfenkli Kapı’dan şehre tekrar görkemli bir giriş yaptık.
Sfenksli Kapı
Piramidin basamaklarını tırmandıktan sonra, kendimizi Sfenksli Kapı’nın arka girişinde bulduk. İnsan arkadan sfenkslerin kuyruklarını görünce bile heyecanlanıyor. Sfenksli Kapı’ya ait iki sfenks, 1907’de yapılan kazılarda bulunduktan sonra onarım için 1917’de Berlin’e gönderilmiş. Sağdaki sfenks 1924’de İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne iade edilmiş.

Soldaki sfenks ise Berlin’den 2011’de geri almayı başarmışız. 2011’de hem İstanbul’daki, hem Berlin’deki sfenks sonunda ait olduğu yere, Hattuşa’ya geri getirilmiş. Sfenkslerin orjinallerini görmek için Boğazköy Müzesi’ne gideceğiz. Şu an Hattuşa’daki Sfenksli Kapı’da duranlar bire bir replikası.
Kral Kapı
Hattuşa rotamızda dördüncü defa bu kez Kral Kapı için arabayı park ettik. 5 metre yüksekliğindeki kemer biçimli kapılardan kalanlar, o günlerdeki heybetini anlamamıza yetiyor.

İç kapının solunda savaşçı tanrı kabartması bulunuyor. Orjinalini görmek için Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne ayrıca gideceğiz.
Büyükkale
Hattuşa’nın Kraliyet Sarayı ve yönetim merkezi, yani akropolü büyük kayalık tepe üzerindeymiş. Mısır Firavunu II. Ramses ve Hitit Kralı III. Hattuşili arasında MÖ 1259’da imzalanan ve dünyanın ilk barış anlaşması olan Kadeş Anlaşması’nın Hititler’e ait kopyası, 1906’da yapılan kazılarda Büyükkale’deki odada ortaya çıkmış. Mısır’a ait kopyası ise 1828’de Karnak’da bulunmuş. Dünyanın ilk barış anlaşması olması sebebiyle bakırdan bir kopyası New York’taki Birleşmiş Milletler Binası’nda bulunuyor. Hattuşa’da ortaya çıkartılan orjinal kopya ise İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde.

Hattuşa’da geçirdiğimiz 2,5 saatten sonra, daha fazlasını görmek için Yazılıkaya’ya doğru yola koyulduk. Artık öğlen olduğu için fazlasıyla acıkmıştık ama birbirimize çaktırmadık. Yola çıkarken yanımıza hep çiğ badem alıyoruz, Tanzanya’ya da gitsek, Çorum’a da gitsek, o bademler hep yanımızda. Yoğun bir gezi programı yaptığımızda yemek için zaman kaybetmek istemiyoruz, atıştırarak geçiştiriyoruz. Hem zaten günün yemeğini Çorum’da Katipler Konağı’nda yiyeceğiz.
Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı (MÖ 13.yy)
Hattuşa’dan Yazılıkaya 2,7 km uzaklıkta, yol sadece 5 dakika sürüyor.

Yazılıkaya, Hititlerin yeni yıl kutlaması yaptıkları tören alanı. Aynı zamanda bugüne kadar bulunan en büyük Hitit kaya anıtı. En önemli özelliği dışarıdan tamamen saklanmış olması. Kayalıklar içindeki iki odaya kayaların arasındaki daracık yoldan giriliyor, zaten gizemli olan kaya kabartmalarına bu yoldan ulaşmak heyecanımızı daha da arttırdı.

A odasında sağda tanrıçalar, solda tanrılar kabartması var. Sağlı sollu tanrılar ana sahneye ilerler gibi duruyor. Ana sahne gibi duran karşı duvarda ise belli belirsiz Fırtına Tanrısı Teşup ve Güneş Tanrıçası Hepat karşılıklı duruyor.

B odasında ise kılıç taşıyan 12 tanrı kabartması bulunuyor. Dar alanda bulunduğu için görece rüzgardan daha iyi korunmuş olan bu kabartmalar insanın nefesini kesiyor.
Boğazkale Müzesi
Yazılıkaya’dan Boğazkale Müzesi de aynı şekilde 2,7 km uzaklıkta, 5 dakika mesafede.

Müzenin gözbebeği olan, Sfenksli Kapı’ya ait orjinal sfenksler girişte tüm endamıyla bizi karşılıyor. 3500 yıllık heykellerin etkileyiciliği bambaşka, karşısından ayrılmamız, müzenin iç odalarına ilerlememiz pek kolay olmadı. Boğazkale Müzesi 1966’da açılmış, Hattuşa kazılarında çıkan eserler burada sergileniyor. 2011’de müzenin içi yenilenmiş, bir nevi evine dönecek olan sfenksler için hazırlanmış. Bu müze küçük ama çok güzel düzenlenmiş, eserler ve bilgilendirmeler yan yana, kronolojik olarak sergileniyor.
Boğazkale Müzesi15 Nisan – 2 Ekim 08:00 – 19:00 arası, 3 Ekim – 14 Nisan 08:00-17:00 arası açık, giriş 10 TL, Müze Kart geçiyor.
Alacahöyük Örenyeri
Boğazkale Müzesi’nden Alacahöyük 34 km uzaklıkta, Kırıkkale – Tokat yolu üzerinden yarım saat sürüyor. Bu yolda giderken sağlı sollu rengarenk tarlaların içinden geçtik. Çorum’un doğasını da çok sevdik.
Alacahöyük’ün Güneş Tanrıçası’nın kenti Arrinna olabileceği hala bilim dünyasında tartışılan konulardan biri. Henüz bir kanıt bulunamasa da kaynaklardaki Arrinna tarifine göre Hattuşa’ya kuş uçumu 25 km uzaklıkta olması ve kentte bulunan heykel, kabartma ve tabletler bu görüşü destekliyor. Alacahöyük’de bulunan eserler bu kentin Arrinna olmasa bile, Hitit’in dini başkenti olduğunu kanıtlıyor.

Alacahöyük’e şehrin güney kapısı olan Sfenksli Kapı’dan giriş yaptık. Bu kapıdan içeri yürümek Hitit seyahatimizin unutulmaz anlarından biriydi. Kapının iki yanında uzanan Hitit İmparatorluk Dönemi’ne ait ortostat kabartmaları resimli bir kitap gibi okunmayı bekliyor. Bu kabartmaların orjinallerini Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ayrıca göreceğiz. Kapıdan içeri girdikten sonra sağda Hitit yapısı olan Mabet-Saray temellerini görüyoruz.

Ama asıl nefesimizi kesen kral, prens ve prenseslere ait mezar odaları. Alacahöyük’deki 13 mezardan çıkartılan eserler, bugün aklımızdaki Hitit imgelerinin tamamını oluşturuyor. Mezarlara bırakılan ölü hediyeleri arasında olan güneş kursları, tunç boğa ve geyik heykelleri, ikiz idol, törensel semboller, altın taçlar, bilezikler, kadehler, iğneler… Mezarların canlandırması etkileyici görünüyordu. Bulunan eserler Alacahöyük Örenyeri içinde bulunan Alacahöyük Müzesi’nde, Çorum Müzesi’nde ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde tüm bu eserleri daha önce görmüştük ama Alacahöyük’deki mezarlarda bulunduğu halini görmek işin boyutunu tamamen değiştirdi. Şimdi her birini yakından görmek için sabırsızlanıyoruz. 2016 yılında bulunan ikinci bir gizli geçit Alacahöyük’de yeni bir heyecana sebep oldu. Hititler’den 400 yıl kadar önce bu kentte yaşayan Hatti dönemi de araştırılıyor, hatta güneş kurslarının Hitit değil Hatti dönemine ait oldukları, Hititlerin bu törensel sembolleri sonradan sahiplendiği kesinleşti.
Alacahöyük içinde yürürken gördüğümüz kalıntıların, Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit ve Frig dönemlerine ait üst üste binen 4 kültür katından kalanlar olduğunu bilmek, bir yandan hemen ören yerinin yanında görünen Alacahöyük Köyü’nü görmek, bu topraklarda yaşamın hiç bitmeyeceğinin ispatı gibi.
Alacahöyük Örenyeri15 Nisan – 2 Ekim 08:00 – 19:00 arası, 3 Ekim – 14 Nisan 08:00-17:00 arası açık, giriş 6 TL, Müze Kart geçiyor.
Alacahöyük Müzesi
1940 yılında açılan müze, 1982’de ören yeri içinde bulunan bugünkü binasına taşınmış. 2011’de yenilenmiş. Müzede üç salon bulunuyor, Alacahöyük’ün eski kazı başkanlarının ismi verilen odalarda farklı dönemler sergileniyor. Girişte sağda Hamit Zübeyr Koşay salonunda Alacahöyük’ün önemi anlatılıyor. Soldaki Remzi Oğuz Arık salonunda kazılarda bulunan Kalkolitik, Eski Tunç Çağı ve Hitit dönemine ait eserler sergileniyor. Alt kattaki Mahmut Akok salonunda ise yine Hitit ve Frig dönemi eserleri sergileniyor.
Alacahöyük Müzesi örenyeri içinde olduğu için ayrı bir giriş ücreti bulunmuyor.
Müzeden çıkınca, hemen şifalı suyun kaynağına yürüdük. Aç karnına içtiğimiz bu su tüm hücrelerimize ulaştı sanki. Ama suyla karın doymuyor, hemen yola koyulduk, istikamet 55 km uzaklıktaki Çorum Katipler Konağı, hedef çatal aşı çorbası!
Katipler Konağı
Alacahöyük – Çorum arası yolda yine harika manzaralar vardı. Bir ara ayçiçeği tarlalarının ortasında bulduk kendimizi. Tarlaların arasından yavaş yavaş, ciğerlerimizi mis gibi ayçiçeği kokusu ile doldurarak geçtik. Ve yaklaşık 45 dakika sonra Katipler Konağı’nın önündeydik.

1882 yılında yapılan ahşap konak, 1995’de restoran olarak açılana kadar ev olarak kullanılıyormuş. Katipler Konağı’nda pişen geleneksel yemeklere, tarihi doku da eklenince doğru yere geldiğimizi anladık. Biz çatal aşı çorbası, tarhana çorbası, etli yaprak sarma ve tandır kebap sipariş ettik, hepsi de lezizdi. En çok tarhana çorbasını sevdik, tavsiye ederiz.
Adresi Karakeçili Mah. 2. Sokak No:20 Çorum, gerekirse telefonu 03642249651
Çorum Saat Kulesi
Çorumlu Osmanlı Paşası Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından 1894’te yaptırılan saat kulesi Çorum’un sembollerinden. Yüksekliği 27,5 metre. Saat kulesi tam şehrin göbeğinde, kuleyi her yönden görmek için kavşakta tur atmayı ihmal etmedik. Tam bu anlarda Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın lakabının nereden geldiğini konuşuyorduk. Hasan Paşa okuma yazması zayıf olduğu için, Arapça 7 ve 8 harflerini yan yana yazarak imza atıyormuş. Onu eşsizleştiren bu harika lakap da imzasından hatıra kalmış.
Çorum Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi
Çorum Müzesi turnikesinden geçince birkaç basamak çıkıp kendimizi güzel bir bahçede bulduk. Müzenin muhteşem binasına doğru bahçede ağır ağır yürüyerek, binanın güzelliğinin de tadını çıkarttık. Müze binası 1914’de hastane olarak inşa edilmiş, okul olarak da kullanılmış. 1988’deki yangında hasar görmüş, sonra restore edilip 2003 yılında müze olarak açılmış.

Çorum Müzesi’nde sadece Alacahöyük ve Hattuşa değil, Eskiyapar, Hüseyindede, Alişar, Şapinuva ve Kussara kazılarından çıkan eserler de var. En az müzenin içi kadar bahçesi de ilgi çekici. Bahçede Hititler’den kalma boğa tasvirli çeşme, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Dönemi’nden kalan mezar taşları görülebilir.
Çorum Müzesi15 Nisan – 2 Ekim 08:00 – 19:00 arası, 3 Ekim – 14 Nisan 08:00-17:00 arası açık, giriş 10 TL, Müze Kart geçiyor.
Çorum Leblebisi
Çorum Müzesi’nden çıkınca hemen Ankara’ya yola koyulacaktık. Çıkmadan leblebi almayı unutmayalım diye aklımızda tutuyorduk. Kokuları takip edip hemen müzenin olduğu Cengiz Topel Caddesi üzerinde ilk gördüğümüz leblebiciye girdik. Meğer bilmeden işin ustalarından birinin dükkanına girmişiz; 1948’den beri bu işi yapan Karakuş Kuruyemiş. İçeride leblebinin hayatımızda görmediğimiz çeşitlerini gördük, muzlu, kahveli, çikolatalı, baharatlı aklınıza ne gelirse. O sırada dükkanda sade leblebi kavrulduğu için biz ondan aldık. Leblebi kavrulurken çok güzel kokar ama tadı öyle iç geçireceğiniz türden muhteşem değildi, rüyalarınıza girmez ya hani. Çorum leblebisi başkaymış. Ankara’ya 240 km yolumuz vardı, yolda yarımşar kilo leblebi yemişiz. Daha fazla almadığımıza pişman olduk. Yani leblebi deyip geçmeyin, Çorum Leblebisi bir başka.
Ankara
Ankara’ya vardığımızda hava çoktan kararmıştı, biz de çok yorulmuştuk. Hiç dolaşmayıp doğrudan otele gittik. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin hemen yanında bulunduğu için Divan Çukurhan otelinde rezervasyon yapmıştık. Ankara’da daha önce bir çok otelde kaldık. Hem müzelere yakınlığı, hem de çok konforlu olduğu halde fiyatı makul olduğu için artık hep Divan Çukurhan’ı tercih ediyoruz. Biz en son 2 kişi geceliği 235 TL’den konaklamıştık. 2019 fiyatları oda fiyatları 400 TL civarına çıkmış ama yine de seyahatinizi planlarken bu otele göz atmanızı tavsiye ederiz.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni zaten çok seviyorduk, yenilenmiş haline hayran kaldık. Müze o kadar muhteşem düzenlendi ki, her bir tabelayı okutup, her bir objeye dikkatle baktırıyor. Tüm bunlar kaç saat sürdü derseniz, gülmeyin, tam 5 saat. Bıraksanız tüm günü burada geçirirdik. Zaten sabah kahvaltımızı müzenin bahçesinde yaptık, öğle yemeğimizi yine zaman kaybetmemek için müzenin büfesinden aldıklarımızla geçiştirdik.

Hitit, Hatti ve Asur Ticaret Kolonileri’nden kalanları bir arada görmek, toprak tabletlere yazılanların çevirilerini okumak zihnimizdeki resmi tamamladı. O toprak tabletlere yazılı olan konular o kadar ilginç ki. Kişiler arası en küçük konuda bile yapılan anlaşmalar, verilen sözler, ticaret şekilleri, evlilikler, boşanmalar… Kitaptan ne kadar okursak okuyalım, tüm bunları gözünle görmek bambaşka bir duygu. Bir önceki günü Hattuşa, Yazılıkaya ve Alacahöyük’de geçirdiğimiz için, kentler, mekanlar zaten zihnimizde canlanmıştı, üstüne toplumsal davranışlar da o kentlere ekleyince, bir anda uygarlık zihnimizde canlanmış gibi oldu. Tam anlamıyla Hititler’i keşfetmek için planladığımız bu seyahati taçlandırmış olduk.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde Paleolitik Çağ’dan günümüze kadar pek çok eser göreceksiniz. Ama bu bir Hitit seyahatiydi, o yüzden Hititlerin izinde müzede görmek gerekenleri, iştah kabartan eserleri unutmamak için sıralayalım. Çift Başlı Ördek Biçimli Kap (MÖ 14.yy), Boğa Biçimli Kaplar (MÖ 16.yy), bugün Hattuşa Örenyeri girişinde bire bir boyutta canlandırılan Hitit Kuleleri’nin kaynağı olan Kule Biçimli Kap (MÖ 14.yy), Hitit Kralları’nın diğer krallara yazdığı mektupların tabletleri, Kral Kapısı’ndan taşınan 291 cm boyundaki Savaş Tanrısı Kabartması, Boğazköy / Hattuşa kazılarında çıkan eserlerden. Alacahöyük’ten taşınan, gerçekte Sfenkli Kapı’nın iki yanında dizili olan ortostatların orjinallerine yakından bakmalı. Yine Alacahöyük’ten çıkan ama Hititler’den daha öncesine, Eski Tunç Çağı’na dayanan tunç Geyik ve Boğa heykelleri, gümüş törensel semboller, tunç sistrum, güneş kursu, altın ikiz idol, altın güğüm, çanak ve kadehler unutulmaz eserlerden diğerleri.
Hitit İmparatorluk Çağı dışında, diğer pek çok Anadolu medeniyetinden kalanları da göreceksiniz. Çatalhöyük’ten kalan duvar resimleri ve ev canlandırmalarını görünce bir sonraki seyahati Konya’ya planlamamak mümkün değil. Frig, Urartu ve Lidya döneminden kalanları görmek de oldukça heyecan verici.
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi15 Nisan – 2 Ekim 08:00 – 18:45 arası, 3 Ekim – 14 Nisan 08:00-17:15 arası açık, giriş 30 TL, Müze Kart geçiyor.
Erimtan Müzesi
Biz daha önce hemen yakındaki Ankara Kalesi’ni ve Rahmi M. Koç Müzesi’ni gezmiştik, siz ziyaret etmediyseniz zaman ayırmanızı tavsiye ederiz. Bizim tercihimiz bu defa Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Rahmi M. Koç Müzesi arasında 2015 yılında açılan Erimtan Müzesi oldu. Arkeolojik eserlerle dolu özel bir müze fazlasıyla ilgi çekici. Müze koleksiyonunun temelleri, arkeolojiye meraklı Yüksel Erimtan’ın koleksiyonuna dayanıyor. Koleksiyondaki yaklaşık 2000 eser, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi denetiminde, kayıtlı, özel bir arkeoloji koleksiyonu. Erimtan Müzesi’nde kullanılan yenilikçi sergileme teknolojilerine bayıldık. Siz önüne gelince sesli anlatıma başlayan vitrinler, ışıklandırma, sikkelerin ve takıların sunumu tek kelimeyle mükemmeldi. Erimtan Müzesi’ni ziyaret etmenizi tavsiye ederiz.

Erimtan Müzesi Pazartesi hariç her gün 10:00 – 17:00 arası açık, giriş 8 TL, Müze Kart sahiplerine 7 TL.
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi
Aslında hemen İstanbul’a dönecektik ama Erimtan Müzesi’nden çıkıp arabaya bindiğimizde saat 16:00’dıydı ve Resim ve Heykel Müzesi sadece 2 km uzaklıktaydı. Dayanamadık hemen Resim ve Heykel Müzesi’nin yolunu tuttuk.

Hikmet Onat, Halil Paşa, Osman Hamdi Bey, Fikret Otyam, Fikret Mualla, Abdülmecit Efendi, Hasan Tahsin, İbrahim Çallı, Nuri İyem, Abidin Dino, Şevket Dağ gibi usta ressamlarımızın resimlerini bir kez daha yakından görüp kalbimizi erittik. Hemen yanındaki Etnoğrafya Müzesi’ni neyse ki önceden gezmiştik, kapanış saati olan 17:30’a yetişemedik.

Devlet Resim ve Heykel Müzesi yazın 09:00-19:00 arası, kışın 08:00 – 17:00 arası her gün açık, giriş ücretsiz.
Ankara’dan İstanbul’a Dönüş
Yolda günbatımı saatine denk geldik. Ankara – Gerede arasında biz kuzey yönünde ilerlerken, solda yani batıda güneş yol boyunca kızardı, alçaldı, tam batmaya hazırlanırken biz batıya döndük, Bolu’ya kadar gün batımını kovaladık. Saatler süren bir günbatımı yaşadık, ne muhteşemdi.
Cuma gecesi başlayan Hitit hafta sonu keşif planımızı, Pazar gecesi İstanbul’da bitirmiş olduk. Bu seyahat planımız, Hitit Uygarlığını merak eden, görmek isteyen ve henüz gidememiş herkese ilham olur umarız. İki günde gördüklerimizi, özetle anlatmaya çalıştık. Hititler hakkında daha fazla bilgi için önerdiğimiz kitapları almayı unutmayın.
Sevgiler,
Onur & Oylum Yüksel
*Bu yazı ve fotoğraflarımızın bir bölümü oneblog.garantione.com.tr ‘de yayınlanmıştır.

2 comments
Hattuşa ve Alacahöyük’ü 24 Temmuz 2019 tarihinde Profesyonel Rehber kızımızın eşliğinde ziyaret ederek yaşadığımız kent Ankara’ya aynı gün döndük.
Çok güzel yazınızı heyecan içinde okudum. Günübirlik gezimizin tekrarını yaşadım ve zahmetsiz bir belgeye ulaşmış oldum.
Katipler Konağı hakkındaki bilgiler ise harika! Buradan öğrenmek çok değerli bence.
Kutluyorum. Sizi izleyeceğim. Paylaştığınız için teşekkürler.
Erhan Erginsoy
Çok mutlu bize, çok teşekkürler Erhan Bey :)