Trabzon’da ilk gün gözümüzü Sümela Manastırı’nda açtık. Sümela’yı Onur anlatıyor. Sümela’da kurt gibi acıkıp merkeze dönünce önce methedilen Rüştü’nün Fırını’nda pideler, sonra Kalkanoğlu’nda kavurmalı pilavlar, turşular, kuru fasülyeler neler neler yedik sormayın, buraları da Hazal anlatıyor. Yörenin ağzıyla “hayde” biraz yürüyüp sindirelim derken önce Kadınlar Pazarı’na sonra da Tarihi Kemeraltı Çarşı’sına dalıyoruz. Bu çarşı pazarlar ve leziz esnaf sohbetleri ise Ece’de. Onur sürekli navigasyondan Trabzon Müzesi’ne ne kadar uzaklıktayız onu kontrol ediyor. Pazarda muhabbet uzayınca biz Kemeraltı’ndan geçip müzeye yürüyelim diyoruz, sonra Trabzon Müzesi’nde buluşuruz. Bir çarşıdan geçiyoruz ama tarihi demeye de kemeraltı demeye de bin şahit lazım. Trabzon’da sadece kadınlar giyiniyor, onlar da uzun etekden başka şey almıyorlar sanırsınız. Belediyenin bu dükkanların dışına asılan kıyafetlere bir düzenleme getirmesi şart. Kumaşlar, otantik olmayan desenler üstümüze üstümüze gelirken haritadan bakıp bulduğumuz bir aralıktan kaçıyoruz. Tam yol üstünde Palet Pastanesi’ni görüyoruz. Yok hayır, daha önce duymadık ama görünce köklü bir yer olduğunu hemen anlıyor insan. Ben vitrine yapışıp bir şeyler seçmeye çalışırken Onur kolumdan çekiştiriyor, “o son pilavı yemeyecektik!”.
Trabzon Müzesi
Kadıköy Bahariye Caddesi’ne benzeyen bu trafiğe kapalı caddede yürürken artık etkileyici bir müze binası görme umuduğu tamamen yitiriyorum. Ama o da ne! Köşeyi bir dönüyoruz, birden Roma’dayız, Palazzo Barberini’nin bahçesine giriyoruz sanki. Yok bu bina gerçek olamaz! Tamam bir saray değil, alt tarafı bir konak büyüklüğünde ama güzelliği öyle böyle değil. İçinde sergilenen eserler olmasa, sırf binanın içini ve dışını gezmeye gelinir, bilet kesilir. Müze binasını yapan İtalyan mimarlar döktürmüş, barok-rokoko üsluba Roma süslemeleri, yer yer neoklasizm ve fırsat bulduğunda art-nevo işlemeler, ipek duvar kağıtları, kalem süslemeleri, Hermes, Zeus, Venus, Eros, griffon tasvirleri, doğa manzaralı resimler, zemin her odada ayrı bir #ihavethisthingwithfloors fotoğrafı çekmeye değer diyeyim siz anlayın… Bir nefeste cümlenin sonunu getiremiyorum düşünün.
2001’den beri arkeolojik ve etnografik eserlerin bulunduğu Trabzon Müzesi olarak kullanılan binanın yapımına 1898’de başlanmış. Banker Kostaki Teophylaktos kendisine ev olarak yaptırmış bu konağı. (banker denince içinden Bilo diye tamamlayan bir ben değilim di mi) Türk Filmlerinden alışık olduğumuz şekilde banker iflas edince, konağı 1917’de bir başka aile Nemlioğlu Ailesi satın almış. Yine de konak hep Kostaki Konağı olarak anılmış. Sonrası malum Milli Mücadele yılları, konak karargah olarak kullanılmış. Hatta Atatürk 1924’de geldiğinde bu konakda kalmış. Müzenin broşüründe yazdığına göre bina 1927’de kamulaştırılmış ve 1927-31 arası Hükümet Konağı, 31-37 arası Müfettişlik Binası ve 37’den 87’ye Kız Meslek Lisesi olarak kullanılmış. Instagram’da müzenin fotoğrafını paylaştığımızda “annemin okulu” diyenler vardı, ne müthiş bir şans 50 yıl boyunca bu okulda okuyan öğencilere. 1987’de konağın müzeye çevrilmesi kararı ile birlikte 13 yıllık tadilat başlıyor ve müze kapılarını 2001’de açıyor.
Müzenin ön bahçesindeki bronz heykel nefis, Tyke yani şehrin kaderini ve bereketliliğini belirleyen tanrıça karşılıyor müzeye gelenleri. Giriş katındaki kabul salonu ve yemek salonu muazzam güzellikle ama sağda gün ışığı yansıtan, kış bahçesini andıran odayı farkedeceksiniz. Hemen oraya girin ve artık bakacak bir detay, çekecek bir fotoğraf kalmayınca arkeolojik eserler için alt kata inersiniz. Bu odanın 4 duvarında da kapılar var, gerektiğinde hepsi açılıp konağın eğlence salonu haline geliyormuş. Şu an güvenli olmadığı için çıkması yasak olan merdivenler, müzisyenler içinmiş. Bu konuda güvenilir bir kaynak bulamadım ama müze görevlisi öyle söyledi, mantıklı geldi inandım. Bu oda seramik taşlarla kaplı ve üzerinde camekan çatı bulunuyor. Böyle bir oda nasıl ısınır diye düşünmeden edemiyorum ve o sırada odadaki döküm kaloriferlerin orjinal olduğunu ve ilk günden beri kullanıldığını öğreniyorum. 1898’de kalorifer yaptıran Bankeri ve tuttuğu İtalyan mimarları tebrik edelim.
Alt kata indiğinizde bir an şaşırıyorsunuz, bu merdivenler sergi salonuna değil de bir kazan dairesine gidiyor gibi geliyor ama kaşınızda Hermes heykelini görünce yutkunup doğru yolda olduğunuzu anlıyorsunuz. MÖ. 22 yüzyıldan kalan bu Hermes heykeli ve bu kattaki daha bir çok eser 1997’de (evet daha çok yeni) Trabzon Tabakhane kazısında çıkartılmış. Müzedeki arkeolojik eserler arasında Eski Tunç, Urartu çağına tarihlenen eserler gibi Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı Dönemi’nden kalan eserler de var. Sikkeler ve ikonların sergilendiği salonlar bu katta.
Üst kattaki Atatürk odası ve nefis banyosu çok etkileyici. Silahlar ve etnografik eserlerin sergilendiği küçük vitrinli masalar zevkle geziliyor. Ama en ilgi çekici, en müthişi herhalde bir gözlem evini andıran kubbeli oda.
Tüm bunları bitirdiğinizde müze girişindeki mermer merdivenlere oturup, palmiyelerin gölgesinde Tyke heykelini arkadan seyredebilirsiniz. İsmi müze ya, baya kurtarılmış bölge gibi. Trabzon çarşı pazarlarındaki kalabalık bahçenin önünden gürültülerle geçip duruyor, kimse merak edip bahçeye bakmıyor. Her nasılsa şehrin bu gürültüsü bahçeden bir ninni gibi duyuluyor.
Hazırsak yola devam, gün bitmeden Ayasofya Müzesi’ne ve Atatürk Köşkü’ne gideceğiz.
Trabzon Müzesi her gün 08:00’de açılıyor, Nisan-Ekim arası 19:00’a Kasım-Mart arası 17:00’ye kadar açık. Giriş ücreti 5TL, Müzekart geçiyor. Telefon: 0462 322 38 22 Web/sanal tur: trabzonmuzesi.gov.tr
Trabzon Ayasofya Müzesi
2013’den beri hem camii olarak kullanılan, hem de müze olan yapı, Türkiye’deki en önemli geç dönem Bizans eserlerinden biri kabul ediliyor. Trabzon Ayasofyası 1260’da Trabzon İmparatorluğunu yöneten Komnenos Hanedanı tarafından Manastır Kilisesi olarak yaptırılmış. Fatih Sultan Mehmet’in 1461’deki Trabzon fethinden sonra da kilise olarak kullanılmaya devam edilmiş. 1584’de camiiye dönüştürülmüş ama onarılmadığı için pek kullanılamamış. 1865’de Trabzon’daki Müslüman cemaatin topladığı parayla camii onarılmış ve 1. Dünya Savaşı’na kadar ibadete açık kalmış. Ruslar I. Dünya Savaşı’nda şehri işgal edip Ayasofya’yı hastane olarak kullanınca yine çok hasar görmüş. Sonunda 1964’de restorasyonu yapılmış ve müze olarak günümüze kadar gelmiş. 2013’de Ayasofya Müzesi’nin camii olarak ibadete açılacağı söz konusu olduğunda Ayasofya’nın önemi tüm basında geniş yer bulmuştu hatırlarsınız. Şu anda Ayasofya’nın bir kapısı ibadete gelenler için camii olarak hizmet veriyor. Diğer alanlar ziyaret etmek isteyen herkese açık olduğundan ve freskoların bir kısmı görülebildiği için de ücretsiz bir müze olarak ziyaret edilebiliniyor.
Trabzon Kalesi ile Ayasofya’nın karşılıklı durduğu bu göbekte bir ferahlık var, Karadeniz’e sırtınızı döndüğünüzde soldaki tepede kale, sağdaki tepede Ayasofya tüm şehri selamlıyor gibi. Bahçesinde top oynayan çocuklar, kol kola girmiş fısır fısır bir şeyler konuşan kızlar, turistler, örgüsünü kolunun altına almış teyze, bastonlu amca, freskoları ve kilittaşlarını inceleyen Onur, Ayasofya’nın fotoğrafını çeken Hazal, Hazal’la birlikte Ayasofya’nın fotoğrafını çeken ben, banklarda oturan teyzeleri gülümseyerek izleyen Ece, herkes burada. Burası sanki şehrin en sevilen parkı gibi bir his veriyor insana. Hemen girişindeki çay bahçeside yerlisinin de tam puan verdiği lezzetli kuymak varmış, biz henüz acıkmadığımız için onu da yiyemedik.
Tüm bu alan o kadar çok hayatın paylaşıldığı bir ortam ki, keşke sadece tarihi ve sanatsal yönüyle değer gören bir müze olarak kalsaydı diye içimden geçirmeden edemiyorum. Buradaki freskolar benzersiz, hatta dünyada bağdaş kurmuş İsa tavsiri sadece burada var. Ancak hikayenin tamamını görmek için içeride rahat rahat gezemiyorsunuz, çünkü camii yapılan bölüm için beyaz bir çadır kurulmuş, ve bu çadır tavanın görüşünü engelliyor. Pencere aralarında, pandantiflerde ve kubbelerin her birinde ayrı bir desen ayrı bir hikaye anlatımı var ama bütünü algılayabilene aşkolsun. Her durumunda mutlaka olumlu bir şey bulmayı beceren ben, müzenin aynı zamanda camii olmasının olumlu bir yönünden de bahsetmeden edemeyeceğim; Ayasofya Müzesi yatsı ezanına kadar açık, sadece müze olsa en geç 19:00’da kapanırdı, öyle değil mi?
Atatürk Köşkü
Şehir merkezinden uzaklaşma vakti geldiyse, Soğuksu sırtlarındaki Atatük Köşkü’ne çıkmanın tam zamanıdır. Bir Maçka, Sümela yolu değil belki ama Soğuksu da şehrin en yeşil semtlerinden biri. Soğuksu yamaçlarındaki virajlarda kıvrıla kıvrıla yol alırken karşınıza ya bir köy evi, ya lüks bir site çıkıyor, o yemyeşilin içinde şaşkınlıkla etrafı seyrediyorsunuz. Sonra birden herşey daha bir güzelleşiyor sanki, ağaçların boyu uzuyor, yeşilin tonu koyulaşıyor. Atatürk’ün evine geldiğiniz hissediliyor.
Trabzonlular öyle tatlı insanlar ki, Atatürk 1924’deki, Trabzon ziyaretinde bu köşkte görüp çok beğendiği için, bütün bürokratik işlemleri hazır edip köşkü Atatürk’e hediye etmişler. Şehrin önde gelenleri köşkün tapusunu ve anahtarını 1931’de bizzat Ankara’ya gidip Atatürk’e teslim etmiş. Bir şehrin içinden gelen ne kadar büyük bir jest. Atatürk 1937’de 3. kez Trabzon’u ziyaret ettiğinde bu köşkte 2 gece kalmış. Tam da bu köşke yakışacak bir kararla, Atatürk Trabzon şehrinin kendisine gösterdiği cömertliği fazlasıyla geri sunmuş. Atatürk 11 Haziran 1937 gecesi, bütün mal varlığını Türk ulusuna armağan etme kararını bu köşkde almış, o gece mal varlığının listesini hazırlayarak Başbakan’a iletmiş. Atatük ömrü yetmediği için bir daha bu köşke kalamadı belki ama Trabzon’lular için bu ev Atatürk köşkü olmuştu bi kere.
Köşk 1890 yılında yazlık ev olarak yaptırılmış. Asimetrik yapısıyla oldukça benzersiz gürünüyor. Bembeyaz dış cephesi özenli bir taş işçiliğinin eseri. Zeminde kullanılan taşların her biri incelikli seçimler. 19. yy’dan kaan zarif mobilyalar, hemen girişteki bilardo masası, güneşin saatine göre gölge olanı seçip soluklanabileceğiniz balkonlar ve binanın arkasında uzayıp giden bahçe benim gözümü kapatınca zihnimde canlananlar.
Atatürk Köşkü her gün açık, giriş ücreti 2TL, Müzekart geçmiyor.
Bizim önce Sera Gölü’ne uğrayıp, sonra da yemeğe Akçaabat’a yetişme telaşımız olduğundan arka bahçesindeki Karadeniz manzarasına karşı çayımızı içemedik ama siz giderseniz ziyaretinizi 5 çayına denk getirmenizi tavsiye ederim.
Bu yazı Mayıs 2015’de cokgezenlerkulubu.com ‘da yayınlanmıştır, daha fazla Karadeniz yazısı için tıklayın.
3 comments
Tebrikler çok güzel bir yazı
Trabzon’u ziyaret etmek isteyenlere yönelik güzel bir çalışma olmuş. Özellikle görseller çok güzel. Tebrik ederiz.
teşekkürler…
“Gez Gör Yaz acık” adıyla yayınlamayı düşündüğüm gezilerim için çok güzel bir örnek oluşturdu bu sayfa…
tebrikler ve başarılı çalışmanızın devamını dilerim…